1960'lı yıllarda babam Sıddık CENAN otobüsüyle Yozgat-Alaca arası arası çalışıyor. Seferden gelince Tol Çarşı'daki Kara Nuri Amca'nın çay ocağına gider orda oturur. Çay içer. Nuri Amca'nın hoş sohbetlerini dinlerdi. Nuri Amca'nın çok kuvvetli hafızası vardı. Çok eski yıllarda gelmiş geçmiş olayları bize tek tek anlatırdı. İlkokul mezunu olmasına rağmen yüksekokulu bitirenler onun kadar tarihi olayları bilmezlerdi. Bizleri usandırmadan öyle güzel anlatırdı ki anlatmama imkan yok.
Bir gün babam yoldan geldi mi diye Nuri Amca'nın çay ocağına geldim. Babam daha gelmemiş. Nuri Amca: "Gel otur. Birazdan baban gelir" dedi. Melez Köyü'nden bir amcanın getirdiği kayısılardan, armutlardan, eriklerden bir tabağa koydu getirdi. Bana verdi. Sen bunları yiyene kadar baban gelir dedi. Sonra çay ocağına Şoför Feridun Amca geldi. Yaşlı köy hocası geldi. Birkaç tane de bilmediğim amcalar geldi. Nuri Amca onlara demli çay yaptı getirdi. Onlar da çaylarını içtiler. "Nuri Baba bizlere tarihi olaylardan anlat da dinleyelim. Senin sohbetlerin çok heyecanlı oluyor" dediler. Nuri Amca da böyle bir soru sorsalar da onlarla sohbet edeyim diye bekliyormuş. Bunların dediğine çok memnun oldu. Tarihi olayları anlatmaya başladı. İstanbul'da Sultan Ahmet Camii'ne bir adam Cuma günleri gelir minberin yanına oturur, namaz vaktine kadar hüngür hüngür ağlarmış. Görenler bu adamın bu haline çok üzülürlermiş. Yanlarına gider "Kardeşim niye böyle üzgünsün? Niye ağlıyorsun? Bir derdin varsa söyle de elimizden gelen bir şey varsa yardımcı olalım. Senin bu haline bizler çok üzülüyoruz." derlermiş. Adam da çok sağolun, beni kendi derdimle serbest bırakın. Sizlerin bana yapacak bir şeyiniz olmaz diyormuş.
Her Cuma günü Sultan Ahmet Camii'ne geliyor, minberin yanına oturuyor, hıçkıra hıçkıra ağlıyormuş. Camidekiler de bu olaya çok üzülüyorlarmış. Bir türlü bu kişinin niçin ağladığını bilemiyorlarmış. Kimseye bir şey söylemiyormuş. Bir Cuma günü vaaz verecek olan vaiz İstiklal Marşı şairimiz rahmetlik Mehmet Akif ERSOY'muş. Cemaat toplanıp Mehmet Akif'in yanına geliyor. Durumu ona izah etmişler. Bu adam hiç durmadan ağlıyor. Yanına gidiyoruz neye ağladığını soruyoruz. Bizlere hiç bir şey söylemiyor. Hocam bir de sen konuş. Seni sever sana anlatır derdini diye Mehmet Akif ERSOY Hocaefendiye söylemişler. Rahmetlik Mehmet Akif Hoca da bu kişinin yanına gitmiş. Usulüne uygun bir şekilde bu şahsı üzmeyecek şekilde konuşmuş: "Bak kardeşim bütün cami cemaati senin bu durumuna çok üzülüyor, hele bir anlat derdini" demiş. Bunun üzerine bu mübarek amcamız konuşmaya başlamış: Ben demiş. Cennet Mekan Abdülhamit Han Hazretleri'nin ordusunda binbaşıydım. Beni yüce padişahım çok severdi. Ben de padişahımı çok severdim. Askerlerim beni çok sever. Ben de askerlerimi çok severim. Padişahın ordusunda çok başarılı, yetenekli bir subaydım diye anlatmaya başlamış. Bir yandan da kendini tutamıyor hüngür hüngür ağlamaya devam ediyormuş. Bir gün memleketten haber geldi. Annen baban rahmetlik oldu. Arazine bakacak kimse kalmadı. Gel arazinin başına geç. Arazin harap olmasın diye bildirmişler. Adam bu olaylara çok üzülmüş. Bayağı, çok miktarda verimli iyi arazileri varmış. Bu ecdad malı arazilere de dayanamıyormuş. Savaş sırasında bu orduyu öksüz bırakıp gitmeye dayanamıyormuş. İki arada bir derede kalmış. Ne yapacağına bir türlü karar veremiyormuş. Çok üzülüyormuş. Dilekçe de yazmış. Dilekçesi Abdülhamithan tarafından reddedilmiş. Sonunda Cennet Mekan Abdülhamit Han Hazretleri'nin huzuruna çıkmaya karar vermiş. Durumu yüce padişahımıza anlatmış. O da ben seni bırakmam. Sen benim en iyi, en başarılı subayımsın demiş. Adam da büsbütün üzülmüş. Böyle bir savaş sırasında padişahımı nasıl terk eder giderim demiş. Kararsızlık içinde kalmış. Memleketteki arazilerine dayanamıyormuş. Savaş sırasında da bu şanlı orduyu bırakmaya da gönlü elvermiyormuş. Sabahlara kadar uyumuyor ne yapacağını düşünüyormuş.
Yine memleketten haber gelmiş. Arazilerin harap oluyor. Gel de arazilerini ek, biç düzene koy. Ecdad malı mahvolmasın diye sürekli haber geliyormuş.
Bunun üzerine bu binbaşı tekrar Cennet Mekan Abdülhamit Han Hazretleri'nin huzuruna çıkmış. İzin istemiş. Yüce padişahımız da dayanamamış. Bu kişiyi ordudan çıkarmış memleketine göndermiş. Bu binbaşı memleketine gelmiş. Arazilerini adam toplamış düzenletmiş. Verimli bir duruma getirmiş. Bol bol mahsül almış. Oldukça da zenginleşmiş. Köyün en zenginlerinden birisi olmuş. Fakire fukaraya bol bol yardım edip dualarını alıyormuş. Köydekiler bu binbaşıyı çok seviyorlarmış. Saygı gösteriyorlarmış. Köyün evlenen çocuklarının fakir olanlarını everiyor, onlara her türlü yardımda bulunuyormuş.
Bir gün bu binbaşı rüyasında Yüce Peygamberimiz'i (s.a.v) götüyor. Cennet Mekan Abdülhamit Han Hazretleri ile birlikte orduyu denetlemeye çıkmışlar. Peygamber Efendimiz'le (s.a.v) birlikte bütün taburları tek tek denetliyorlarmış. Sıra bu binbaşının ordusunun olduğu yere gelmiş. Peygamber Efendimiz (s.a.v): "Bu ordunun komutanı yok mu? Niçin diğer askerler gibi düzenli durmuyorlar, dağınık duruyorlar? Bu ordu komutansız mı?" demiş. Cennet Mekan: "Efendim! Bu komutan ordudan ayrılmak istedi. Onu ordudan çıkardım demiş. Bunun üzerine Yüce Peygamberimiz: "Madem sen onu ordudan çıkarttın ben de onun ümmetlikten çıkardım" demiş.
Uyandığında daha çok ağlamış. Peygamer Efendimiz (s.a.v) bizi ümmetlikten çıkardı. Ben mahvoldum demiş. Olduğu yere bayılmış.
İşte benim hayatım bu şekilde ben ağlamayayım da kimler ağlasın demiş. Bu olayı dinleyen cami cemaatinin de hepsi ağlamış. Bu olaya çok üzülmüşler.
Bugünkü anlatacaklarım bundan ibaret olup yazımı Yozgat Sürmelisi ile bitiriyorum. Haftaya buluşmak üzere... Hepinize selamlar saygılar...
Al gül olsan ben dalımı eğmezdim
Sen el olsan ben bu kadar yanmazdım
Elden gelse bir tüyünü vermezdim
Emir büyük yerden kime ne diyeyim