Maddi-manevi zahmetlere fedakarca katlanarak halk bilimi konularında en etkili araştırmaları yapan en samimi kültür emektarı kim derseniz kayıtsız şartsız Babam Rıfat ÇAKIR derim. Gerçekten onun vefalı memleket sevdasına, bu uğurdaki eşsiz çabalarına, estetik kalemi, usta analizleri, araştırma metotları, kaynak konsepti, gezi güzergahları, arşiv zenginliği ve bilgi derleme tekniklerine hayranım.
Tabiiki hayranım dediysem onun her eserini ve derlemelerini de koşulsuz onaylayacağım anlamını çıkarmayın lütfen. Geçtiğimiz gün Türkiye Yazarlar Birliğindeki köşesinden bir makalesini okudum. Arabaşı Kültürümüz konulu yazısından tespit ettiğim majör boyuttaki bazı eksiklikleri yüzünden şimdi en ağır eleştirimi yine ona yapacağım.
Bir çok üniversite ve kültür kurumlarının kaynak kitap statüsüne alarak şahsımı onurlandırdığı, araştırma alanı çok geniş bir coğrafyayı kapsayan “Asaletin, Misafirperverliğin ve Edebiyatın Başkenti Alcı-Tecirli Tarihi ve Kültürü” adlı kaynak kitabımı hazırlarken, başta Dulkadiroğulları Beyliği ve Beydili Boyu olmak üzere Anadolu’da mukim Oğuz boylarının göç güzergahlarını, Ortadoğu, Arabistan Yarımadası, Kafkasya, İran, Afganistan, Azerbaycan gibi sınır ötesi diyarlar ile bazı Anadolu şehirlerimizi beraber gezdik.
Yörük Türkmen taifelerinin misafirperver gönülleri ve asaletli geleneklerine öncelik verdiğimiz bu araştırma gezilerimizde, Oğuz törelerinde yüksek bir saygı ve yaptırımı ağır katı bir disiplinle tatbik edilen sohbet meclisleri ve ikram kültürlerine ait çok güzel bilgiler topladık.
Adaleti, fazileti ve muhatapları arasında kabul gören yüksek memnuniyetleriyle en yüksek hukuk mercilerinden daha adil, daha çabuk ve daha etkili kararlar alıp, bu kararları çok etkili bir denetimle uygulatan Oğuz meclislerinin hiyerarşik düzenini, yargılama ritüellerini, felsefi derinliğini, yaptırım gücü ve detay erklerini beraber inceledik. Ayrıca doğum, düğün, ad koyma, şed kuşatma, saya gezme, congulus, hayvan bakımı, çoban ananeleri, yemek-ikram-servis, türküler, ağıtlar, oyun gelenekleri, ölüm törenleri, etnografik aksesuarlar, folklorik desenler, kültürel motifler, efsaneler, halk edebiyatı, halk hekimliği vs. gibi erdemlerle süslü tüm zenginlikleriyle mümtaz törelerimizi beraber sorguladık.
Rıfat ÇAKIR Türkiye Yazarlar Birliğindeki köşesinde yazdığı ve bana göre eksik anlattığı “Yörük Türkmen Yemeği Arabaşı” konulu yazısında diyor ki;
“Türk tarihinde birliği, beraberliği, vefa ve samimiyeti, milli-manevi duyguları, dayanışma-yardımlaşma güvenini en sağlam tutan asaletli ve imrenilir güzelliklerimizden biriside Arabaşı kültürümüzdür... Konar-göçer Oğuz Türkleri sayesinde 1048 yılındaki Pasinler Savaşı öncesinde Anadolu’ya ulaşmış. Dulakdiroğlu Beyliği döneminde şölen yemekleride olan birlik sembolü bu kutsal yemek, bugün Beydili Aşiretlerinin yoğun yaşadığı Yozgat adına tescil edilsede, diğer Oğuz Boylarının bulunduğu birçok coğrafyada halen biliniyor ve yeniliyor.
Yörük Türkmenlerine ait bu şölen yemeğinin tarihi köklerini, pişirme kıvamını, ikram ritüellerini, nerde ve nasıl ortaya çıktığını Oğlum Özgün Orhun ÇAKIR’la birlikte tâa Orta Asya’ya kadar ülke ülke takip ettik ve şu verilere ulaştık.
Konar-göçer Türkmen oymaklarının ızdıraplı sefaletlerle dolu açlık, kıtlık, susuzluk, ölümler, kahreden hastalıklar, olumsuz doğa koşulları, baskınlar, kabile şavaşları gibi onlarca sıkıntılı perişanlıklar içerisinde süren göç yolculuklarında, azıklarında sadece yağ, un ve bulgurdan başka hemen hemende hiç bir şeyleri yoktu. Çeşnileri genelde süt ürünleri, et ve tahıldan ibaretti.
İşte bu yokluk ve sefaletler eşliğinde Anadolu istikametine süren göç güzergahlarında, zeki ve yaratıcı Türk kadınının sadece un ve bulabildiyse av hayvanlarını pişirerek tesadüfü yakaladığı bir lezzet ve kıtlık yemeği olduğunu tespit ettik Arabaşının.
Bilirsiniz ki, Türkler çok alicenap, eli cömert insanlardır. Fakir olsun, zengin olsun her şartta gönülleri zengin, sofraları açık ve güleryüzlüdür. Hiçbir statü gözetmeden herkesi hanelerinde himayeci bir anlayışla ağırlayan, tarifi imkansız çok yüce bir asalete sahipler. Milliyet, maneviyat, ırk, mezhep, dost-düşman ayırt etmeden, her misafirin kutsiyetine ve herbirinin dokuz çeşit kısmetiyle geldiğine inanırlar. Varlıklı veya yoksul, Türk insanının hanesi hiçbir zaman misafirsiz kalmaz ve sofraları daima kalabalıktır. Başta bu kıtlık yemeği Arabaşı olmak üzere bütün yemek sofralarımızda ne kadar kalabalık misafir olursa, lezzetin, muhabbetin ve bereketin o oranda katlanacağı inancı hakimdir.
Türk yemeklerinin içerisindede en kalabalık olanı açık ara Arabaşı sofralarıdır. Sözün, sohbetin, sadakat ve samimiyetin, dostluk, komşuluk ve akrabalığın, vatan-millet, bayrak-Kur’an ülküsünün gönüllere kazındığı bu birlik sofraları, dinleme, konuşma, saygı ve görgü kurallarının öğretildiği tam bir insan yetiştirme akademileridir.
Cömert ikramlar eşliğinde tüm güzelliklerin gönülden paylaşıldığı, mağdur ve düşkünlerin elinin onuru kırılmadan tutulduğu, büyük-küçük sevgi-saygı hiyerarşisinin en sağlam uygulandığı yerdir bu sofralar.
Anlatılan kahramanlık hikayeleri, dini menkıbeler, komik anılar yanında doğaçlama orta oyunlar oynanır. Türküler, halaylar, şiirler, çeşit çeşit eylenceler olur. Gönülden yapılan izzet ve ikramlar eşliğinde şahlanan iştah ve muhabbetle şenlene bu kalabalık sofralar adeta bir kaşık yarışına döner. İşte bu imrenilir Türk sofraları, asırlardır dünyadaki misafirperverliklerin en şahikasını oluştururken, dost-düşman, küs-kırgın, alınan, darılan, özlenen, beklenen herkes bu samimi sofralarda buluşurlar, barışırlar, kaynaşırlar.”
Buraya kadar eyvallah...
Sadece Dulkadirli Beyliği içerisindeki Avşarlar ve Beydili aşiretlerinin bu yemeği bildiğini söylüyor ya, işte İtirazım buna… Bundan sonraki yazdıklarını bazı eklemelerle ben düzeltmeye çalışacağım.
Avşar, Cerit, Elbeyli, Alkaevli, Bayındır, Bayat boylarından bazı oymakların bu kültürü iyi bildiğini Afganistan Herat’ta bize saygın bir Türk kültür araştırmacısı belgeleriyle anlatmıştı. Ayrıca Arabaşını en iyi bilen ve 24 grup Oğuz Boylarının hepsininde içerisinde, tecirli-tüccar sıfatları, lohusa kadınlara musallat olan Alkızı Canavarına hükmeden ocak vasıfları, tıp, tebabet, eczacılık, farmakoloji, halk hekimliği gibi donanımlı kimlikleriyle dolaşan Alcı-Tecirli aşiretleri; bu kültürü bütün Oğuz boylarına yaymışlar.
Ankara’da biri öğrenci diğeri tarım işlerinde çalışan iki Afgan arkadaşımızın klavuzluğunda Babam ve ben 16 gün boyunca Kunduz, Andhoy, Şibergan, Taşkurgan, Mezar-ı Şerif, Belh, Meymene, Herat, Akça ve Bâlâ Murga şehirleriyle, Katagan ve Bedahşan bölgelerindeki köy ve kasabaları gezdik. Yozgat ve köylerinde 1970’lere kadar uygulanan bir çok geleneğin en orijinallarinin halen Afganistan’da yaşayan bazı Türk grupları tarafından uygulandığına şahit olduk. Congulus, Saya Gezmesi, çoban tutma, gelin çıkarma gibi geleneklerin yanında 6 yerde Arabaşı bilen oymaklara rastladık.
Arabaşının Yörük Türkmenlerinin göç yolculuklarında icat ettiği bir yemek olmasına rağmen, buralarda kalan Türklere tekrar nasıl döndüğünü de sorguladık. Suriye’ye kadar ulaştıkları halde hastalık, açlık ve saldırılar yüzünden eski topraklarına tekrar geri dönen bazı Türk oymaklarının bu kültürü buralara getirdiğini Katagan ve Rustak çevresindeki Kartuk Türklerinden öğrenmiştik.
Babam Rıfat ÇAKIR; “Ben ömrümde böyle bir misafirperverlik görmedim.” diyordu. Gerçektende gönülden karşılamanın, sınırsız ikramların ve yürfekten güleryüzün âlâsıyla karşılaştık. Koyunlar kestiler, ekmekler yaptılar, ata bindik, hediyeler takdim ettiler… İşlerini, güçlerini bırfakıp hepside bizle ilgilendiler. Afganistan’da mukim Ak Hunlar soyundan kalma Halaç-Gılzay’larını Kandehâr’da; Kırgızları ise Küçük Pamir dağları bölgesinde ziyaret ettik. Celâlâbâd çevresindeki Karakalpakları, Akça, Andhoy ve Hânâbâd bölgelerindeki Kıpçakları, Katagan, Bedehşan, Rustak, Teşkan ve Şehr-i Büzürg çevrelerindeki Kartukları, Herat ve Gazne civarındaki Çağatay Türklerini, Kûhistan ve Kabil vadilerinin kuzeyindeki Kûh Daman bölgelerinde de bazı Türk aileleri teker teker ziyaret ettik. Afganistan’daki Türkmenlerin çoğunluğunu Teke, Salur, Sarık, Çavdar, Alieli ve Ersarı boylarından oymakların teşkil ettiğini öğrendik.
Arabaşı bir kıtlık dönemi yemeği olduğu için insanlar zenginleştikçe çoğu yerde unutulmuş. Tabiiki bu yemeği lezzete, muhabbete ve şölene çeviren boylar, beylikler de olmuş. Bu kültürü ölümsüzleştirenler ise Bozok Türkmenlerinden Zeyniddin Ahmed Karaca Bey tarafından Elbistan merkezli kurulan, 1339 ve 1521 yılları arasında hüküm süren ve halkının çoğunluğu Oğuzların Bozok koluna mensup Bayat, Avşar ve Beydili oymakları olan Dulkadiroğulları Beyliği olmuş.
Mısır ve Suriye'ye sahip Memluklular ile Osmanlılar arasında kalan Dulkadir Beyliğini, Yavuz Sultan Selim’in dedeside olan Alaüddevle Bozkurt zamanında üzerine Ali Bey ve Rumeli Beylerbeyi Sinan Paşa gönderilerek 13 Haziran 1515'te Göksun yakınlarındaki Turna Dağında yenen Osmanlı, bu beyliği yıkıp sınırlarına katmış.
Dulkadiroğulları Beyliğinde sadece Bayat, Beydili, Avşar, Bayındır ve Cerit boyları vardı demek çok yanlış. Ağırlık bu boylarda olsada Boz-Oklardan Gün-Han Oğulları olan Kayı, Bayat, Alkaravlı, Kara-ivli; Ay-Han Oğullarında Yazır, Döger, Dodurga, Yaparlı; Yıldız-Han Oğullarından Avşar, Kızık, Beg-Dili ve Karkın boylarından bu beylikte birçok aşiret yaşıyordu. Mimari, musıki, gastronomi, sanat, zenaat gibi birçok ortak kültürde buluşan bu boylara Elbistan 155 yıl, Maraş ise 15 yıl başkentlik yapmış.
Beyliklerinin yıkıldığı 1515 yılındaki Turnadağ Savaşına kadar, Maraş’ta, Elbistan’da, Göksun’da, Çağlayan Cerit’te, Payas’ta, Karaisalı’da, Kadirli’de, Tomarza’da, Mümbiç’te, Halep’te, Hama’da, Humus’ta, Cerablus’ta, Rakka’da, Karaman’da, Ereğli’de yani sınır içinde ve sınır dışında birçok yerde toplu arabaşı şölenlerinin yapıldığını anlattılar.
Arabaşı yemeği tüm Oğuz Boyları arasında bilinmesine rağmen bu yemeği Beydili Aşiretinin bulduğuna kimsenin itirazı yok. Bu oymağın detay kolları Orta Asya’dan Anadolu’ya kadar uzanıyor. Orta Anadolu’da Beğdilī isimli bir çok yer var. Azerbaycan'da Beydili ve Bey Dilli diye iki yer, İran Meşhed yakınlarındaki Astarabad’da Atrak ve Rūd-e Gorgān ırmakları arasında Gökleng Beğdili isminde yerleşim yerleri var. Güney İran'da yaşayan Bigdeli boyu Kaşkaylarının Kaşküli kabilesinde de Arabaşı biliniyor.
Ongunları altın kartal olan Beğdili boyunun, Selçuklularla birlikte 5’inci ve 11’inci yüzyıllar arasında İran ve Anadolu'nun fethindeki rolleri çok büyük. Diğer boyların çoğunun 7’inci ve 13’üncü yüzyıllar arasındaki Moğol istilalarından kaçarken Suriye'ye gelip Memluklarla güçlerini birleştirdiği, Beğdili boyunun ise Suriye'den güney ve doğu Anadolu'ya, daha sonrada İran'a yayılan Akkoyunlu ve Safeviler'in kuruluşunda ve yönetimlerinde bulunduklarını, hatta Hazar Kağanlığını da bu boyun kurduğunu tarihçi Yusuf Halaçoğlu hocamızın araştırma yazılarından okumuştum.
Osmanlı döneminde Beğdili Boyu 1694 ve 1712 yılları arasındaki fermanlarla Rakka’ya sürgün edilmiş. Osmanlı yönetimi bu bölge için özel iskan politikası uygulayarak Beydili ve Boz-Ulus Türkmenlerini güvenliği sıkıntılı Fırat ırmağı boyunca yerleştirmiş. Bu iskan politikaları göçebe Türkmenlerin düzenini bozduğu gibi, belalı Arap aşiretlerinden Tay ve Urban’larla kanlı çatışmalara neden olmuş. Ara ara bu bölgelerden kaçan Türkmenler Halep, Diyarbakır, Sivas, Malatya, Nallıhan, Konya, Maraş, Tunceli, Aşkale civarlarına yerleşmişler. Yakalananlar tekrar Rakka’ya gönderilmiş ya da öldürülmüş. Halen bu bölgelerde mukim Beydili kökenine mensup, Arabaşı yemeği dahil detay kültürlerimizi en orijinal haliyle yaşatan Alevi Türkmen köyleri var. Birçoğu da Türk yemek ve folklorik özelliklerimize sahip olmalarına rağmen diğer toplumlara katılmışlar ve entegre olmuşlar.
Halep’te sohbet ettiğimiz bir kültür araştırmacısı soydaş şairimiz bize 1691 yılında başlayan Rakka sürgünlerinde Colab Suyu bölgelerinde yaşayan vahşi ve asi Sammar Araplarının, Arabaşı yemeğini görünce “Türkler Köpek Yalı yiyor” diye alay ettiklerini, Colab Suyu kenarında meskun, Türkmen taifelerinin tarım vergilerini toplayan Osmanlı Şahnalarının da kalabalık Arabaşı sofralarını görünce bunlar aşbilmez fakir öbekleri diyerek acıdıkları, hatta Bozaş (Keşkek), Arabaşı, Gırmızı Aşı, Yoğurtlu ve Kuru Tarhana, Düğür Çorbası gibi bazı yemeklerimizle hem alay edip, hemde “Yav siz Kilikya Ermenilerinden, Anadolu Rumlarından, yerleşik soylarınız olan Türkmen akrabalarınızdan hiçmi bir şey öğrenemediniz, çocuklarınıza bile köpeklerle aynı şeyleri yediriyorsunuz” dediklerini anlattılar. Benzerlik kurdukları yakıştırmalar çok çirkin ama ne bilsinler bu yemeğin asaletini, kutsiyetini, muhabbetini, lezzetini ve erdemini.
Gerçektende bilenin tiryaki olduğu, bilmeyenin tiksinti duyduğu anlatılması zor bir lezzet. Sunumu, servisi, görüntüsü ve yeme kuralları çok ilginç. Kıtlık günlerinde yoksulun, düşkünün, konu-komşunun hayatını kurtaran, gönlüne giren, sadakati perçinleyen, dayanışma erdeminin en yüce olduğu çok mübarek kutsal bir yemektir Arabaşı..
Rakka’dan, Abadan’a, Diyarbakır’dan Serah’a, Urfa’dan Karaman’a, Ereğli, Emirdağ, Karahallı, Düzce, Meşhed, Merv, Ordubat, Tebriz, Bahçesaray, Amanoslar, Binboğa'lar, Berit, Nurhak, Akçadağ, Tohma Vadisi, Orta Anadoludaki Tomarza, Bünyan, Develi, Sarız, Pınarbaşı, Akkışla ilçelerini kapsayan Zamantı Bölgesi, Harput, Malatya, Sivas, Canik illeri ve Balkanlara kadar yayılan çok geniş bir coğrafyada biliniyor ve sevenleri tarafından yeniliyor. Yani sadece Beydili ve Avşar’lara ait demek çok eksik bir bilgi olur.
Beydili Aşiretlerinin en yoğun yaşadığı yerler şuan Suriye sınırları içerisinde.. Günümüzde Suriye Türkmenleri özellikle Şam, Lazkiye, Hama, Humus, Halep, Rakka kentleri ve köylerinde bulunuyor. Şam bölgesinde yaşayanlara Şam Türkmeni (Şam Bayatı) denirken, Halep ve Rakka bölgesindekilere Halep veya Culap Türkmeni, Lazkiye Türkmenlerine ise Bayır-Bucak Türkmeni deniyor.
2009 yılında Suriye’nin Rakka, Deraa, Cerabulus, Haseke, Tartus, Süveyda dahil bir çok köy, kasaba ve şehirlerini dolaştık. Kilis’in batısındaki Arslanlı Suyu, Deli Çay ve Basuncu Suyuyla birleşerek akan Afrin Suyu’nun batısındaki Havar Dağı ve Kurt Dağı bölgelerindeki Türkmen Köyleriyle, Kilis’in güneyindeki Azez’e bağlı köyleri, Kandil Deresi ile Akdeniz sahili arasındaki İsa-Beğli köylerini gezdik. Kiminde duraklayıp sohbet ettik, kiminin isimlerini geçerken defterimize yazdık. Hatta çoğu yerde tercüman bile kullanmadan Babamın neşeli tavırlarıyla anlaştık.
Bakın defterime kayıtlı Suriye’de ziyaret ettiğimiz ve içlerinden geçtiğimiz Türk köylerinin isimlerine bakın. İkidam, Kuzucupınar, Dikmetaş, Büyükkargın, Ali Beğli, Ziyaret, Büyük Pınar, Çiçekli Yazı, Sazak, Bozoğlan, Kara Koca, Kızanlı, Kırca Ali, Eski Kulluk, Dik Ağa, Çabıtlı, Gergili, Kara Bucak, Şeyh-Veli, Çardaklı, Yumurcak, Gökdağ, Mülk, Kepir, Halitli, Camuslu, Parmaksız, Belveren, Elmalı, Emlik, Moruklu, Keller, Dağdağan, Dereyurt, Kazancık, Ağcabayır, Deli Osman, Bin Direk, Deli Oba, Güvende, Tepeköy, Koruköy, Alemdar, Çakmak, Çatalkuyu, Öksüzlü, Göbekköy, Duraklı, Alıcı, Küçükkargın, Belen, Nazuşağı, Meydanlık, Çorbacıoğlu, Ambarlı, Mamalıuşağı, Ömeruşağı, Sarıuşağı, Kantara, Satıuşağı, Kışla, Aşağıkışla, Karabaş, Aşağı Çobanlı, Tatar, Aceli, Kara Kurt Kulağı, Kara Tepe..
Çoğu kabullenmekte güçlük çekecek ve benzetmelere kızacak ama, Kuzey Suriye’de Mümbüç yakınlarındaki bir köyde, donanımları etkili bir grup kültür araştırmacısı soydaşımız, Arabaşı yemeğini ve etrafında oluşan efsane kültürümüzün tarihçesini bize şöyle anlattılar. Lütfen iyi okuyun.
“Türkler çadırı, çardağı, keçileri, koyunları, atları, develeri, inekleri, eşekleri, köpekleri, tazıları ve tüm hayvanlarıyla göç güzergahlarında sürekli konar göçer halde yürüyor. Bu yürüyenlere yerleşik halk Yürük (Yörük) diyor. Çok azda olsa yerleşik hayata geçenler olunca da onlara Yatık (Yatuk) diyorlar. Yürükler sürülerini korumak için onlarca köpek ve tazı besliyorlar. Köpeklere ve tazılarına yanlarında taşıdıkları unlarıyla yal karıp yediriyorlar. Yal un ve sudan ibaret soğuk ve pratik bir karışım.
Demiştik ya.. Azıklarında süt ürünleri, yağ, un, bulgurdan başka birşeyleri yok maalesef. Kendilerine de yemek yaparken, kıtlık ve yokluk yüzünden unu yaldan ayrı olarak önce kavuruyor, sulandırıp yağ katıyor, çorba kıvamında pişirip kaşıklıyorlar. Eğer tazıları aracılığıyla bir av kuşu veya av hayvanı avlayabilirlerse onuda bu çorbanın içinde kaynatıp, biraz daha lezzete dönüştürebiliyorlar.
Azıklarında sebze, meyve, balık-tavuk gibi alternatif hiçbir yiyeceği olmayan, sadece süt ürünleri, yağ, un ve bulguru olan, sürekli mobilize hareket mecburiyetindeki konar-göçer Yörük Türkmenlerinin yemeklerinin hepside bu şekilde pratik. En pratik yemekleri ise çocuklukluğumuz Yozgatında sürekli yediğimiz sadece çiğ süt ve yoğurt karışımı olan Koremez… Omaç, pilav, dönderme, sütaşı, ekmekaşı gibi yemeklerimizide hatırlatmak isterim.
Şimdi size Arabaşının tam olarak nasıl ortaya çıktığını anlatıyorum.
Diyelimki pişirdiğiniz un çorbasını ekmekle yediniz ve doydunuz. Ama çorbanın bir kısmı arttı. Dökecekmisiniz. Ne mümkün... Hem günah, hem israf. O kıtlık döneminde çorbayı kim dökebilir.. Ertesi gün yeriz diye artan çorba saklanıyor. Ertesi güne saklanan bu çorba haliyle hafif hamur kıvamında donuyor. Hamurlaşmış bu çorba mevcut horantaya yetmeyeceğinden ek olarak yeni bir çorba daha pişiriliyor. Koyun, deve, at sürüleri arkasında sürekli mobilize koşuşturan ve tez acıkan horantaya ana yemek öncesi bir ara öğün olarak pişirilen yeni sıcak çorbaya, atılması günah diye saklanan hamura dönmüş o dünkü soğuk çorba bandırılıyor, kaşıklanıp yutuluyor. Bu pratik ara aşıyla hem geçici bir tokluk sağlanıyor hem israf önleniyor, hemde ikisi birden yenilip tüketiliyor.
Tabiki bu çorbalar sürekli yürüyen, sürekli çalışan ve sürekli acıkan kişilere ekmeğin yokluğunda geçici bir tokluk veriyor. Çabukta sofra kurulumu yapılınca ana öyünler öncesi bir ara aşı oluyor. İşte acıktıkça ara ara yenilen pratik bu yemeğe Ara Aşı denilmiş. Arabaşının doğuşu ve tarihi tam olarak bu. Yani bu kutsal yemeğimizin asıl adı Ara Aşı dır. Arabaşı da denilebilir.
ANLAŞILDI MI?
Tabiiki ben kültür araştırmacısıyım, ben tarih duayeniyim, ben bu alanın uzmanıyım, ben profesörüm, ben edebiyat hocasıyım, ben halk bilimciyim, referansım bu, aha diplomam, aha yetki belgem, aha eserlerim diyen, evinden-okulundan dışarı çıkmamış, kıçını kaldırmadan ordan burdan bulduğu bilgilerle kes kopyala yapıştır usulüyle kafaları şişiren bilgi kirleri, niteliksiz kültür araştırmacıları halen ortalıkta ahkam kesmeye devam ediyorlar.
Helede akşam ne yediğini bilmeyen tarihçilere ne demeli. Onlarca uyduruk efsanelerden yola çıkıp, sürekli akıl dışı, mantık ötesi gülünç yakıştırmaları ve safsatalarıyla beyin yakıyorlar.
İşte güzel insanlar, Babam Rıfat ÇAKIR’la Türkiye’den Türkistan’a, Balkanlardan Ortadoğu’ya kadar gezdiğimiz göç güzergahlarımızda dinlediğimiz kişiler, ulaştığımız kaynaklar, derlediğimiz süzme bilgiler ve analitik yorumlara sahip halk bilimi uzmanları bize Arabaşı kültürünü böyle anlattılar.
Diyorum ya, oturdukları yerden duydukları duyumlar üzerine uyduruk benzetmeler yapan ve kes kopyala yapıştır usulüyle hareket eden bazı liyakatsız diploma sahibi akademisyenlerimizden tut, kendilerine zorla kültür insanı, kültür elçisi dedirtmeye uğraşan kalemi kirli şarlatan tipler ve emek hırsızı kopyacılar, Araplarda o dönem kaşık kültürü olmamasına rağmen kaşıksız içimide imkansız olan bu aşa Arap Aşı bile diyebiliyor... Kimisi Ara Aşı diyor, kimi Arap Başı diyor, kimi Akşam Aşı diyor, diyor da diyor. Helede geçen bitanesi meydanı ne kadar boş bulduysa vallahi Araba Aşı diyor. Gurbanızım Hadi norürsen gor.
Özgün Orhun ÇAKIR
0537 587 27 80
rifat.cakir@csgb.gov.tr
rifatcakir6606@gmail.com
rifatcagricakir@hotmail.com