“Arapça dilini terk etmekle birlik beraberliği kaybettik, kocaman bir imparatorluktan olduk.” iddiasıyla yola çıkanlara sormak lazım. Öncelikle imparatorlukta Arapça devlet dili değildi ve bir önceki yazımda belirttiğim gibi terk ettiğimiz arap harfleriydi. İmparatorluğun dağılmasına gelince, bu iddiada olanların tarihi bilgiden yoksunluğu ortaya çıkıyor. Birlik beraberliğin bozulması Osmanlı İmparatorluğu’nun son yüz yılına rastlar ki o dönemde ülkede, yeni alfabeye geçilmemişti. Eğer tek başına Arapça okuyup yazmak o kadar tesirli olsaydı -iddiada olanların deyişiyle-, Arapça bilen devleti yönetenlere rağmen üç kıtaya yayılmış toprakları kaybedip Anadolu’ya sıkışıp kalmazdık. Yeryüzünde neredeyse en çok konuşulan dillerden biri olan Arapça konuşan ülkeler arasında nasıl bir birlik ve beraberlik var da biz ondan mahrum kaldık, bunu derinlemesine düşünmelerinde yarar var.
Yine aynı dili kastederek, “Bilim dilini terk ettiğimiz için bilimden mahrum kaldık.” diyenlere de birkaç sözümüz olacak. İddia edildiği gibi kullanılan dil ile bilimsel ilerleme sağlanıyorsa, bilim dili olarak kabul edilen Arapçayı; bırakın bizim gibi ikinci dil olarak kullananları, anadil olarak kullanan milyonlarca insanın hangi bilimsel çalışmayı ortaya koyduklarını merak ediyorum. Yanlış biliyorsam bilenler lütfen beni aydınlatsınlar.
Her şeyden önce bilimden bahsediyorsak; kimin ya da kimlerin yaptığı veya hangi dilde yapıldığıyla ilgilenilmez. Bilim insanlığın yitik malıdır, kimden gelirse gelsin herkes onu kullanır. “İlim Çin’de de olsa alın.” mealindeki hadisten anladığımız: İlim insanlığın ortak malıdır, nerde bulunursa alınmalıdır, anlayışı insanlığın vazgeçilmez hakkıdır.
Bir toplum hangi dili konuşursa konuşsun, köle ruhu taşıdığı müddetçe ne kendisine ne de başkalarına faydasının olamayacağı unutulmamalıdır. Son yüzyıllarda bilimsel çalışmaları öne çıkardığı dillere baktığımızda İngilizce ve Almanca ilk sıralarda yerini aldığını görürüz. Bu ve benzeri iddiaları benimseyecek olursak dünyada en çok bilimsel çalışma yapmak için bu dilleri mi tercih etmemiz gerekiyor? Türkçe ve Türk kültürü ile beyninde problem yaşayanların benzer iddialarını da hatırlamakta yarar var.
Bununla birlikte İslam dinini bilinçli yaşamak isteyen Müslümanlar için Arapçayı iyi derecede bilmenin artıları sayılamayacak kadar önemlidir. Allah kelamı olarak inanılan Kuran’ı anlayarak okuyabilmek ve içselleştirebilmenin değeri kıyas kabul etmez. Özellikle belirtmek gerekir ki, anlamadan okunan hiçbir metnin kimseye faydası dokunmaz. Eğer herhangi bir yarar umuluyorsa okunan metnin ne dediğini anlayacak düzeyde o dile hâkim olmak gerekir. Bu açıdan bakıldığında, Arapçanın Türkiye’de ikinci dil sıralamasında ilk sırada yer alması düşüncemi her daim korudum ve korumaya devam ediyorum.
Kuran’ı anlayabilmek için bazı durumlarda güncel Arapçanın dahi yetersiz olduğu, doğru anlayabilmek için Kuran Arapçasına ihtiyaç olduğu neden unutulur. Böyle olmasaydı, Arapça konuşulan ülkelerdeki binlerce aydın Kuran’ı yorumlamakta zorlanmazdı. Gerçek manada anlaşılması ve yorumlanmasını konunun uzmanlarına bırakmak gerektiği bu örnekte de açıkça görülmektedir.
Hucurat Suresi 13. Ayeti, “Ey İnsanlar! Doğrusu biz, sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık. Birbirinizle tanışmanız için biz sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah nezdinde en şerefliniz takvaca en ileride olanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, her şeyden haberdar olandır.” demektedir. Haliyle her milletin kendi dili olacak ve düşüncelerinin onun sayesinde ortaya koyacaktır.
Eğer Yüce Yaradan, bütün insanların aynı dili konuşmasını isteseydi, biz şu anda tek bir dil ile konuşuyor olurduk. O takdirde yaratılış felsefesindeki çeşitliliğin getireceği güzelliği ve insanlar arasındaki rekabeti dolayısıyla bilim ve fendeki gelişmeyi göremeyecektik. Yeryüzünde var olanların Yaratıcısı, her canlının kendi aralarında anlaşabilmesini sağladığı gibi insanlarında birbirleriyle anlaşabilmeleri için dil yaratmıştır. Arapçayı Yaradan ile yaşamış ve yaşamakta olan bütün dillerin Yaratıcısı tektir. Yarattıkları arasında ayrım yapmanın ve O’nun gücünü sınırlandırmanın şirk olduğu unutulmamalıdır.