Avrupa Türklerin önderine dost olmak ve O'nu anlamak

“Allah yolunda birbirlerini sevenler, arşın gölgesinden başka gölge olmayan o günde, arşın gölgesindedirler. Nurdan minberler üzerinde. Onların mekânlarına Nebiler ve Sıddıklar gıbta ederler.” (Hz. Muaz r.a. Ramuz El-Hadis s.233)

Avrupa Türklüğünün önderlerinden, ülkücü hareketin 1980 öncesi eğitimci kadrosunda büyük Türk milletinin evlatlarına milli, İslamı şuur kazanma uğrunda hizmet eden, Musa Serdar Çelebi daha sonra Başbuğ Alparslan Türkeş tarafından Avrupa’ya görev etmesi için görevlendirilir. Almanya Türk Federasyon genel başkanlığı görevine seçilerek Avrupa Türklüğüne hizmete ibadet aşkıyla başlar. Gece gündüz Avrupa Türk ocaklarında çalışmalarına devam eder. Musa Serdar Çelebi başkanımın heyacanına davasının aşkına ben aşık ve şahit oldum. Onun yönetiminde iki dönem görev yapma şerefine ve şansına, sahip oldum. Allah kendisinden razı olsun. Kendini iyi tanıyan Avrupalı Türkler olarak biz ondan çok razıyız ve memunuz Rabbim de ondan razı olsun. Kendisine hayırlı ömürler versin. Bizden yaşça ve hizmet de ileride olan Belçika Türk Islam Federasyonu ve Avrupa Türk İslam Kültür Dernekleri Birliği genel başkanlığını uzun yıllar yapan Selahattin Saygın başkanımız Musa Serdar Çelebi başkanımıza dost olmayı ve onu anlamayı kaleme aldı.

Sevginin temelinde Allah Resulünün koyduğu bu ölçü varsa, gerisi teferruattır. Bizim Musa Serdar Çelebi ile olan dostluğumuzun temeli bu ölçü içindedir. Şahit olduğum, tanıdığım (en iyi tanıyanlardan biride benim) Çelebi’yi abartmadan, özele kaçmadan ve çok detaya inmeden anlatmaya çalışacağım.
Anlamak tanımakla mümkündür. Tanımadan anladığını iddia edenlerin yanılma payları çok büyüktür. Bir İnsanı önce iyi tanımalı, anlamalı ve daha sonrada kavradığımızı söyleyebiliriz. Birbirini daha önceleri çok sevdiğini söyleyip sonra nefret noktasına gelenler o kişiyi hakikatte sevmiş ve tanımış değildirler.
Bu sevgi birçok çeşit ortaya çıkar, duygusal olabilir, şana, şöhrete dayalı olabilir, çıkar ve menfaate dayalı olabilir, herhangi bir grubun taraftarı olarak ta yakınlık duyulabilir. Bunların tamamına gerçek sevgi denemez. Kişiyi hakkıyla bilmeden, tanımadan bahsedilen sevgiler (şana, şöhrete, makama, servet ve güce dayalı günlük aşk ve sevgiler, daha ziyade gelip geçici heveslerdir) geçicidir. Bu tür sevgilerin sonunda mutlaka ayrılık ve kopmalar, hatta nefretler vardır.
Musa Serdar Çelebi güler yüzlü, tatlı dilli, çevresine muhabbetle yaklaşan, etrafıyla kolay istişareye giren, selam verdiği her kişiye değer veren, canlı, hareketli, bilgili, her konuyla, bilhassa memleket meseleleriyle çok ilgili olan, dünyaya açık, fikirlerden korkmayan, vatanperver ve milli duyguları kabarık olan bir “Anadolu Yiğidi”dir. Bir kişiyi sevmek için bu meziyetlerin olması yeter. Bununda üstünde daha önemli değerler ve gelişen dostluklar vardır, bu dostlukları tanıyanlar ve anlayanlar daha iyi bilirler.
Musa Serdar Çelebi’nin aile hayatı Türk gençliği için örnek bir ders niteliğindedir. Baba, Ana, kardeşler, Eşi ve Çocukları ile ilgili münasebetleri, sevgisi, şevkatı, merhameti, diyaloğu fevkalade örnek olan bir insandır.
Musa Serdar Çelebi, benim çok iyi tanıdığım, anladığım, arkadaşı ve arkadaşım olmaktan gurur duyduğum ve mutlu olduğum çok özel bir dostumdur. Kan bağıyla bir akrabalığımız yoktur, velâkin kardeş olarak gördüğüm ve gönlüme yerleştirdiğim özel, manevi bir kardeşimdir.
Bu arkadaşlık, kardeşlik birkaç meziyete dayalı, sıradan bir dostluk değildir. Bu dostluğun yıllara dayalı kökleri vardır. Birbirimizi iyi tanımanın ve iyi anlamanın, inanç ve iman bütünlüğü içinde çetin ve zor günlerde birbirimize hep destek oluşumuz bunun ispatıdır.
Benim sevgim onun güzel meziyetleri, etrafına şefkatle yaklaşması ve samimiyetidir. Bu sevgim Allah rızası içindir. Şahit olduğum güzel ahlaki ve unutamayacağım dost halidir. Ailesine düşkünlüğü ve bu hususta örnek oluşu, etrafına telkinde bulunuşu da dikkatlerden kaçmaz. Sayısını hatırlayamayacağım kadar, vefa dolu hatıralarımda çoktur.
Musa Serdar Çelebi Milli kişilik sahibidir. Bu aziz Milletin ve bu Cennet Vatanın kara sevdalısıdır. Aynı zamanda dünyaya açık, gelişmelerden haberdar, hadiseleri derinlemesine tahlil etme gücünü de hep zirvede tutmuştur.
Osmanlının “Nizami Âlem” ülküsünü, miras topraklarda yeniden canlandırmayı kendine ülkü edinmiştir. Balkanlarda ki Müslümanlar O’nun Balkanlar da ki çalışmalarını kendilerinin kurtuluş muştusu olarak görürler. Türk dünyasının her hangi bir ücrasında bir mücadelenin içinde bulunanlar Serdar Çelebi’yi tanır ve yardımını görmüşlerdir. Bu yardımlar sadece Türk dünyasıyla sınırlı da değildir. Türk dünyasının kurtuluşu, İslam âleminin birlik ve inkişafı O’nun kara sevdasıdır.
Musa Serdar Çelebi’yi tanımadan, anlamadan, milli duygularını tam kavramadan yazan ve hakkında olur olmaz konuşanların bu Milletin meselelerine vakıf olmadıklarını veya basit kıskançlıkla etrafına saldıranların dümen suyuna girdiklerini tahmin ediyorum. Buna rağmen Türkiye de, Türk dünyasında, batı Avrupa da, Balkanlarda Musa Serdar Çelebi kadar sevilen bir Sivil Toplum Kuruluşu liderine çok az rastlanmaktadır.
Serdar beyle ilgili çok güzel hatıralarım var, yaşadığım dostluklar o kadar çok ki; anlatmakla bitmez. Asıl maksadım sadece bu hatıraları anlatmak değil, Anlatılması gereken dava adamlığı anlayışıdır. Samimi her insan bu hali Serdar Çelebi de rahat görür. O’nu tanıyanlar şunu çok iyi bilirler ki; O bütün milletin, ümmetin, hatta insanlığın meselelerini çözmeye kendini sorumlu gören bir anlayışın içinde olduğuna şahit olursunuz.
Musa Serdar Çelebi, olağan üstü ani gelişen hadiseler karşısında asla paniklemeyen, etrafını sakinleştirmeyi ustaca başaran, sakin tavrıyla gelişen hadiseye karşı çözüm üreten, bu soğukkanlı yapısıyla herkes üzerinde saygı uyandıran bir kişiliktir. Serdar Çelebi, 15 yıllık Vatan’dan uzak kalma mecburiyeti ve bunun içinde 4 yıllık Roma çilesi O’nu daha olgunlaştırmış, arkadaşlarını hep sabırlı olmaya yönlendirmiştir. Başına gelen sıkıntılarını hep bir imtihan olarak görmüş ve sabırla karşılamıştır. Roma da dört yıllık mecburi ikameti insanı çileden çıkaracak kadar ağırdır. Velâkin, bu zulüm O’nu sabır yumağına dönüştürmüştür ve bir “Yunus imtihanı” olmuştur.
Herhangi bir arkadaşın başına gelen üzücü bir olay karşısında o kişi kadar üzüldüğüne, onun için yapılabilecek her yolu zorladığına hep şahit olmuşuzdur.
20 Yaş heyecanıyla kafamızda canlandırdığımız özel bir “Ülkücü” tipi vardı. Âleme nizam vermeyi, karanlıkları aydınlatmayı, insanlığa ışık tutmayı kendimize vazife ederdik. Gençlik yıllarının coşkusuyla zorluklara talip olurduk. Musa Serdar Çelebi o gençlik yıllarının heyecanını ruhunda şimdi de muhafaza eden, insanlık için gece, gündüz koşturan gerçek bir dava adamıdır..
Dava değince ideolojik çevrelerde sert, haşin, gülmeyen insan anlaşılır. Birazda fiziki üstünlüğü ile anılan “dava adamı” anlayışı ağır basar. Musa Serdar Beyin fiziki yapısı herkesçe malumdur. Fiziki yapıyı bir kenara bırakıyoruz ve asıl üzerinde durduğumuz onun engin, şefkat, merhamet dolu gönlüdür. Dostunun da, düşmanının da birleştiği nokta gönül adamlığı ve engin muhabbetidir.
Çelebi, Yunus’ça bir tavırla sevgiyi kendine baht- kader edinmiştir. Daha çok Yavuz gibi görünmesine rağmen, O’nu yakinen tanıyanlar bilirler ki, Musa Serdar beyin Yavuz’luğunun yanın da asıl taşıdığı ruh, “Yunus” ruhudur.
1979 Yılının ilk ayı, Avrupa da ki Ülkücü hareketin başına Musa Serdar Çelebi geçti. O günün şartlarında her arkadaşımız bir “YAVUZ” olma gayreti içinde, Yavuz Sultan Selim’i hakkıyla tanımadan Yavuzlaşmayı çatık kaş, asık surat olmak zannetti. Bu duyguların hâkim olduğu bu dönemde Musa Serdar Çelebi’nin engin muhabbeti, gülen yüzü, sevgi dolu gönlü, dostça yaklaşımı yeni bir çığırın açılmasına vesile olmuştur. Musa Serdar beyin “YAVUZCA” duruşunu takdir edenler, Çelebi’yi günümüzün Yavuz’u olarak görenler, bu benzetmeye rağmen daha çok “YUNUSCA” halinden dolayı Musa Serdar Beyi daha çok sevmişlerdir.
Yazdıklarımız gönlümüzün derinliklerinden gelen muhabbetimizin tezahürüdür. Bu muhabbetimiz sadece geçmişe dayalı hatıralarla ilgili değil, hatta teşkilattaki konumuyla ilgili hiç değil, O’nun İnsani özellikleriyle, etrafına gösterdiği muhabbetle, gönül adamlığıyla ilgilidir.
Biz bu muhabbeti Allah rızası için verdiğimiz o çetin mücadele günlerimizde elde ettik. Bizim O’na gösterdiğimiz sevginin kat, kat fazlasını Musa Serdar Bey de çokça gördük.
Ölçümüz: Allah için sevmek, Allah için yermektir. Allah için sevenlere aşk olsun ve gönüller muhabbetle dolsun.