Babam anlatıyor da..

Diyor ki, “Biz öğretmene sadece sınıfta değil, yaz-kış gördüğümüz her yerde sonsuz bir saygı, kusursuz bir hizmet ve her emrine sorgusuzca itaat ederdik. O bizi babamızın, annemizin yanında bile istediği zaman ve şiddette döverdi. Eğitim döneminde veya tatil döneminde olsun, hatta büyüyünce bile meslek seçimimizden tut, iş hayatımıza yani her işimize karışma ve yönlendirme yetkisine sahip tek kişiydi. Sınıfımızın veya okulumuzun öğretmeni olması bile gerekmezdi, nerde olursa olsun o saygıyı haketmesi için öğretmen olması yeterliydi ve bilirdik ki O hepimiz için klavuz şahsiyetti.” diyor.

Şimdi babamın anlattıklarına bakıyorum, birde günümüzdeki yaşananlara;… Tabiiki bizim dönemin çocuklarının akıl sınırlarını çok zorluyor bu anlatılar. İçimden diyorum ki, acaba bu kadar kısa bir süre içerisinde Türk insanının değer yargıları, itibar ettiği kıymetlerin saygınlığı ve geleneksel tevazu böyle uçurum boyutunda değişebilirmi diye.

Bir düşünün. Bugünün bir ilkokul çağı öğrencisinin bile kulağını çekebilirmisiniz. Bir tokat vurabilirmisiniz. Hatta bu çocuk öğretmenine ukelalık bile yapsa, binlerce örneğindeki gibi toplumdaki statüsünü küçümsese, yüksek sesle, baskın ve saygısızca dikelse, alaycı eleştirse, azarlasa ve tehdit etse bile. 1980’li yılların öğrencilerindeki sınırsız saygıya bak, birde 2000’li yılların öğrencilerindeki başıbozukluğa, feodaliteye ve disiplinsizliğe bir bak. Saygı azaldıkça sevgi denen erdem yüreklerden nasılda buharlaşıp uçmuş...

Bir okulun önünden geçerken hepimizde görüyoruz. Bağrışmalar, tepişmeler, edepsiz şımarıklıklar, kural tanımazlık, çakalvari gruplaşmalar, ahlaki geleneklerimize tezat teşkil eden skandal şakalaşmalar, densiz espriler, küçümseyici tavırlar, etik değerlere sığmaz kontrolsüz kız erkek arkadaşlıkları, üslup ve ifadelerdeki edepsizlikler hiçte bu toprağın tevazusuna liyakat taşımıyor. Sadece konuya vakıf sosyologlar, alan uzmanları, eğitimciler değil, her aile, her birey bu aleni sıkıntılarımızın farkında. Teşhis ve tespit ortada ama tedavisi maalisef olanaksız bu kronik hastalık nasıl tedavi edilir kimse çözüm üretemiyor.

Hasta bile olsanız sadece toplu taşım araçlarında, parklarda bahçelerde değil çocuklar, gençler, öğrenciler hiçbir yerde büyüklerine yer vermiyor. Yaşın hiyerarşi kabul edildiği eski saygı katmanları tamamen yok olmuş, unutulmuş. Üslup ve ifadeler “Buyurun”, “Lütfen”, “Efendim”, “Teşekkür ederim”, “Rica ederim” formatında değil, “Sen kim oluyorsun”, “Sanane”, “Seni ilgilendirmez”, “İşine bak”, “Yürü anca gidersin” gibi çirkinliklerle yer değiştirdi. Bu sözleri büyük küçük farketmeden herkes birbirine çok rahat söylediği gibi gerektiği yerlerde hemen kullanılması hususunda ailelerin icazeti ve tembihi bile var. Açık kapalı her yerde, şehirde köyde, okulda, işte, eğitim kurumları, sağlık merkezleri, sosyal donatılar vs. tüm merkezlerde nerde olursa olsun her yerdeki iletişimin genel yapısı bu. Yazısız hukuk kurallarıyla işleyen asaletli Türk törelerine ait ahlaki erdemler neredeyse bitmek üzere.

Eski resimlerinden gördüğümüz öğrencilerin yüzlerindeki saygı ve masumiyetleri açıkça okunurken, aynı oranda öğretmenlerinin himayesi, merhameti ve asaletleri de ayan beyan görünüyor. O yüzdendir ki eski insanlar acı tatlı günlerinde sırt sırta verip sadakatle birbirlerine vefa gösterirken, şimdikiler çok küçük imkan ve karşılıklara bile dostlarını satabiliyor. Ya da şöyle söyleyim, tüm fakirlik, mahrumiyet ve ev içi dayanılmaz sıkıntılarına rağmen bir yastıkta kocayan çınar aileler varken, atları, katları, yatları olan, varlık içinde yüzen yeni aileler gözbebeği çocuklarını bile sokağa atıp anında boşanabiliyor.

Vefa ve sadakat hep yanımızda, acılar ve saygısızlıklar ise hepimizden uzak olsun.