Başörtüsü İnanç Sancağıdır -4

Ülkemizde uzun zamandan beri İslâmî hassasiyetleri engellemek, dînî akâidi insan ve cemiyet hayatından uzaklaştırmak için; açık ve gizli tertip, provakasyon, iftirâ, aşağılama, dışlama ve “dîni mihraptan yıkma” faaliyetleri sürüp gitmektedir… Özgürlük, uygarlık, hümanizm, bilimsellik, akılcılık, laikçilik, sanatsal etkinlik, sekülerizm, pozitivizm, Batıcılık vs. adı altında milletimizim millî ve mânevî değerleri inkâr ve reddedilmektedir… Hristiyan Batı kültürünün kör taklitçileri, materyalizmin tetikçileri, gayrımillî düşüncelerin temsilcileri, paradoks yaklaşımlı ve çifte standartlı -bu tâbirin İslâm lügatindeki anlamı münâfıklıktır- kalemşörleri hem Batı’yı bize örnek olarak göstermekte, hem de Batı’nın din, vicdan ve ibâdet hürriyetine tanıdığı hakları görmezlikten gelmektedir… Avrupa Birliği’ne girmek için uğraşan zihniyet; Batı’daki üniversitelerin şekille değil ilimle alâkadar olduklarını da ne hikmetse (!) gözardı etmektedir… Avrupadaki yükseköğretim kurumlarında insanların giyim, kuşam, saç, sakal ve dış görünüşlerine değil, bilgi ve çalışmasına; kılık ve kıyâfetlerine değil yetenek ve başarısına önem verilir…  Başı kapalı olanlar değil, ufku kapalı olanların değeri yoktur onlar için… Ancak “bizimkiler”, ilim adamı yerine “manken” ya da “mankurt” yetiştirme arzusunda olduklarından dolayı “bilimsel ölçüt”ü değil; ön yargıları, artistik atraksiyonları, ateist argümanları, siyâsî şovları, dış görünüşü, rozet ve politik akrabalığı, birâderlik ve yoldaşlığı ön plânda tutmaktadırlar… Bundan dolayı Batı’da dünya çapında araştırmalar yapılıp, yeni buluşlar ortaya çıkarılırken, uzayı fethetme yolunda çok önemli mesâfeler kat edilirken; “bizimkiler” ilmî bakış açısını değil, laikçi kafayı önemsedikleri, manken ajansı gibi hareket ettikleri, ezbercilik, mütercimliğin ve mâlumatfuruşluğun ötesine geçemedikleri için; ne dünya çapında bir araştırma,  ne yeni bir buluş, ne de ilme ve tekniğe bir katkı gerçekleştirebilmişlerdir… Bilemiyoruz, belki de başörtülü kızlarımız; üniversitelerimizdeki “bilim adamlarının” fezâya gönderdikleri (!) uzay mekiklerini, türbanlarını birbirine bağlayarak uzun ve kalın bir ip  hâline getirip, bu uzay araçlarına kement atıp yakaladıkları için (!), üniversitenin dekan ve rektörleri mestûre öğrencileri okullara almıyorlardır belkide (!)… Kim bilir?

Başörtüsü yasağına bulunan bahâneler; yasağı koyanların düşünce ve niyetlerini ortaya koyması bakımından oldukça düşündürücüdür.  İnançları doğrultusunda -Allah(c.c.)’ın emri olduğu için- başlarını örtmek isteyenlere, “din ve vicdan hürriyeti” tanımayanların yasak koyma bahânesi; “üniversitelerdeki kızların başlarını ideolojik nedenlerle örttükleri”, “türbanın siyâsî bir simge olduğu”  gerekçesidir. Halbûki tesettür, bidâyette de ifâde ettiğimiz gibi dînî bir vecîbe olduğu hâlde, sistemin efendileri tarafından art niyetli bir düşünceyle; laik cumhuriyet ilkelerine karşı çıkmak olarak değerlendirilmektedir…  Bu çarpık anlayışa göre; “yüksek öğrenim yapmış olanların” kurban kesmeleri, cenâze namazlarını kıl/dır/maları, dînî bayramları kabullenip tebrikleşmeleri, çocuklarını sünnet ettirmeleri ve Müslüman mezarlığına gömülmeleri de “laik cumhuriyet ilkelerine karşı çıkılması” ve “dinsel devlet düzenini benimsediklerini göstermesi” amacına mâtuf bir “siyâsî simge” olarak yorumlamak gerekmez mi?

 

Şu husus iyi bilinmelidir ki, başörtüsü bir politik kimliğin işâreti değil, Müslüman hanımın inanç sancağıdır. Başörtüsü;   “bir aksesuar” olarak mevsim şartlarına göre takılan ‘modern bir tarz’ değil,   ‘İslâm’ın emri olan bir farz’dır. Başörtüsü, Allah(c.c.)’ın emridir ve uymayan günahkâr olur; inkâr ve reddeden îman dairesinden çıkar…  Tesettür; İslâmî hayat nîzamını yaşamak, Kur’ân ve Sünnet hükümlerini hayatının bütün safhalarına hâkim kılmak, yâni İlâhî emirlere “kısmen” değil, “tamâmen” uymak isteyen ve “Müslümanım” diyenlerin tâbî olacağı kesin bir mükellefiyettir.   Ancak şunu da unutmamamız gerekir ki, tesettür; sâdece yarım metrelik bir bez örtmek değil; hâl, hareket, tavır ve davranışlarıyla da tepeden tırnağa hayâya bürünmektir. Bu îtibarla dîni bütün her Müslüman hanım için başörtüsü, başında taşıdığı bir inanç sancağıdır ve sâdece bir bez parçası aslâ değildir…

 

“Yüzde doksan dokuzu Müslüman olan” bir ülkede, üniversite çağına gelmiş, imtihanları kazanıp fakültelere kayıt yaptırma hakkını elde etmiş kızlarımıza -sırf başörtülü oldukları için- üniversite kapılarında  envâi çeşit “bilimsel (!), laik (?) ve demokratik (!?) uygulamalar”   revâ görülmektedir. Nasıl mı? Başörtülü öğrencilerin kayıt yaptırılmayarak, okula alınmayarak, iknâ odalarında makurtlaştırılmak istenerek ve başörtülü resimle kimlik verilmeyerek vs. vs. gibi “üniversal (!) yöntemlerle” öğrenim hakları ellerinden alınmakta ve onlara “demokratik (!) bir tarzda”; “Müslümanlığınızı üniversite kapılarının dışına bırakmanız gerekir” denilmekte ve başörtüsü takanların üniversiteye giremeyeceği lisân-ı münâsiple (!) söylenmektedir... 

Hâl böyle olunca; YÖK Başkanı, rektörler, dekanlar ve onların kuyruk sallayıcıları; çağdaş kıyâfet, siyâsî simge, gericilik, kökten dincilik, irtica, şeriat, yobazlık vs. yakıştırmaları bir tarafa bırakıp, âşikâr olarak YÖK yasasına bir madde konulmalı ve açıkça; “Türkiye’deki üniversitelerde İslâm Dîni’nin emrettiği kıyâfetlerle okunamaz.” denilmeli, millet de bu durumu açık ve net olarak görmelidir. Yok, böyle değilse hiç kimse; devleti milletle, milleti de devletle kavga ettirmemelidir. Bu nasıl bir paradokstur ki;  erkek kardeşi Güneydoğu’da “Dîn ü devlet mülk ü millet”  için şehit olurken, şehidin yükseköğrenim gören kız kardeşi; sırf Allah(c.c.)’ın emrini yerine getirebilmek için başörtüsü takması sebebiyle üniversite kapılarında mağdur edilmektedir…

 

Ülkemiz, ‘mücrimlere Cennet, mü’minlere Cehennem’ hâline getirilmemelidir... Geldiği nokta îtibâriyle bu yasak tahammül sınırlarını çoktan aşmıştır.  Artık, akl-ı selim yeniden avdet etmeli, sağ duyu tekrar hâkim olmalı, din ve vicdan hürriyeti ile eğitim hakkına konulan yasaklar kaldırılmalı, milleti devletin duvarına tırmandırmak isteyenlerin art niyetli oyunlarına gelinmemeli, yasal olmayan, hukuk dışı bu anlamsız “Başörtüsü yasağına” mutlaka son verilmelidir.

 

Bu problemi kökünden çözmenin bir başka yolu da, mâdemki bu ülkede demokrasi var ve gerçekten; “Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir.” deniliyorsa, o zaman dolanbaçlı yollara, gidilmemeli,  ali cengiz oyunlarına baş vurulmamalı, bu konudaki karar milletin kendisine bırakılmalı ve; “Üniversitelerde başörtüsü yasaklansın mı, serbest mi bırakılsın?” diye bir referandum yapılarak kangren olan bu mesele kesin bir biçimde çözüme kavuşturulmalıdır. İşte o zaman etkili ve yetkililer, yetki makamındaki yetkisizler bu milletin ne istediğini net olarak anlarlar ve mâşerî vicdânın sesini iyice tercüme ederler…

 

Yok; eğer hukukun üstünlüğü, insan hakları, din, vicdan ve eğitim hürriyeti, Batıdaki üniversitelerde uygulanan yönetmelikler geçerli olsun deniliyorsa, o zaman zâten mesele kalmaz… İsteyen mini etekli, isteyen başörtülü,  isteyen sakallı, isteyen kimonalı, isteyen sarıklı olarak üniversitelerdeki eğitimlerine devam eder… Yükseköğrenim seviyesine gelmiş bir insanın sırf dış görünüşüne bakılarak okumasına izin verilmemesi belki de “çağdaş (!) bir anlayışla” bağdaştırılabilir?  Ya da yükseköğretim kurumlarındaki “Kılık Kıyâfet Yönetmeliği” gibi abesle iştigâl, herhâlde “bilimsel yobazlık” göstergesi olarak îzah edilebilir? 

 

Mestûre kızlarımız “ya okul, ya başörtüsü” gibi bir tercih yapma durumunda bırakılmamalı, İslâm Dîni’nin vecîbelerini yerine getiremeyen ikinci sınıf insan, bir başka ifâdeyle ‘Beyaz Zenci’ muamelesine tâbi tutulmamalı, öz yurdunda kendini gurbette veya “düşman elinde” hissetmemelidir…

DEVAMI YARIN