Bir göç bin gurbet

Eski adıyla Dedik kasabasında yaşayan, ben henüz doğmadan yedi çocuklu bir aile iken, en büyük ağabeyim Ali Bayram; Koçaş’ta ziraat mektebini yatılı okuyup bitirir ve astsubay olup köyü terk ettiği gün, buram buram köy kokulu ocağımızda gurbetin serin nefesi esmeye başlar. Habip ağabeyimde orta okulu köyde bitirir, liseyi okumak ister. Babam için, çocukların okuması, ilim tahsil etmesi, ekmek kadar önemlidir.
Köyde bakkalı ve yaklaşık iki yüz kadar davarı, on baş sığırı, sekiz camızı, bir çift atı ve arabası vardır. Ticaret hayatı fevkalade yerindedir. Fakat, bir tercih yapmak zorunda olduğunu düşünür. Ya şehre göçüp çocuklarını okutmak için onca emeğini hiç edip şehre taşınacak, yada köyde kalıp, baba ocağını yakarak çocuklarını cehalete terk edecektir.
Çocuklarının ilim, bilim tahsil etmesi, memlekete daha faydalı birer birey olması düşüncelerinde ağır basar. Dedeme, amcama, anneme düşüncelerini bildirir. Geride bırakacağı tüm hayallerini, emeklerini, hatıralarını göz yaşlarıyla yüreğinden çıkarıp Yozgat’a yani şehre göçmeye karar verir. Satar köyde para edecek neyi varsa. Bırakır bakkalı, ahırı, samanlığı, malı davarı amcama. Tüten bacamızı, yanan ocağımızı söndürüp, elinin tersiyle kapatır toprak sıvalı, beyaz badanalı duvarda yanan gaz lambasını. Hatıralarıyla vedalaşmak istemez. Göç yollarını adımlarken dönüp bakmaz geride bıraktığı onca emeğine, yeşermeye başlayan bağına bahçesine, birde tarlalarda filizlenen göz bebeği ekinlerine.
Elinde beş bin lira para, gelir şehre...
Niyeti ticaret yapıp evini geçindirmek, çocuklarını okutmaktır. Önce şehri ve şehir hayatını tanımak için tutar bir ev oturur kiraya. İş arar. Mümkün olan ticaret yollarını araştırır. O zamanlar ülke imkansızlıklar içinde, her şey çok zor. Bilir ki, önce çevre edinmek gerek kendine.
Bir zamanlar, her hafta salı günleri, yoğurt, süt satıp alış veriş yaptığı Un pazarı, Üzüm pazarında, Yozgat’ın köylü, şehirli karışık çarşısında ufak tefek ticaretler yapar. Sermayesine dokunmadan kit kanaat evini geçindirirken şehir hayatına uyum sağlar. Habip ağabeyim liseyi, Naime ablam ilkokulu bitirir. Annem baharda köye gider, ağabeyim yanında. En küçük kardeşim kucağında. Köyde ne varsa; bağ, bahçe, ekin saçın, eker, biçer toparlar, her sonbahar bir kamyon rızkımızı hazın eder, getirir Yozgat’ın çamlık altına. O zamanlar komşuluk, birlik beraberlik başkadır. Yalnız yenmez, tüm mahalle konu komşu birlikte yer, paylaşırız. Annem, kar kalkar kalmaz baharı dört gözle bekler, döner köyüne, yaz boyu çalışır bağda, bahçede, tarlada... Aslında, köyden kopmayan, şehirli olamayan tek annemdir aile içinde. Çok çalışkan, güçlü, çok imanlı, inançlı bir Osmanlı, Anadolu kadını anam.! Kimseye şu ihtiyacım var demez. Kimseden yardım beklemez. Cennet mekan olsun, mahallede herkesin ihtiyacını giderir, “tarladan geliyor” deyip ölçmeden verir, verdiğini getirseler de istemez, değişmez hiç bir şeye gönül zenginliğini...
Babam, kah halde kuru üzüm satar, kah Allı’nın Celal’in fırınında çalışıp ekmeğine ekmek katar. Bazen de gündelik yevmiye ile amelelik yapar. Ailesini muhanete muhtaç etmemek için gecesini gündüzüne katar. Ve Yozgat’ın bağrında, çamların koyu gölgeli, yemyeşil alanına, toprak kerpiçli, ağaç kolonlu küçük, şirin bir ev yapar. İşte o zaman, Develik mahallesinde, Tatar komşularımız arasında bizim için köklü bir hayat başlar.