Evliyânın büyüklerinden Muhammed Mâsum Fârûkî hazretleri Hindistan’ın Serhend şehrinde yaşadı.
Orada vefat etti.
Bu zâtın zamanında bir “genç” vardı ki, zaman zaman gelirdi bu büyük velînin sohbetine.
Zîra seviyordu onu.
Ancak güzel bir “kız” gördü bir gün.
Gönülden âşık oldu ona.
Ve gelmez oldu sohbete.
Çünkü kıza vurulmuştu.
Onu düşünüyordu hep.
Onu bir daha görmenin hesaplarını yapıyordu.
Onun için gelemiyordu.
Muhammed Mâsum hazretleri, onu göremeyince;
“Falan genç görünmüyor, neden acaba?” diye sordu talebeye.
Dediler ki;
“Efendim, o bir kıza âşık olmuş. Utancından gelemiyormuş.”
Büyük zât anladı.
Bir kimseyi gönderdi...
Ve o genci çağırttırdı.
Geldiğinde;
“Ey evlâdım! Kalp, yâni gönül, sırf Allahü teâlâya âittir. Ona mahsustur.
Bir kalp, Allah’tan başkasına tutulmuşsa yıkılmış demektir” buyurdu.
Bu söz, tesir etti gence.
Anladı hatâsını.
Kalbi değişti birden...
Kıza olan sevgisi gitti.
Yerine “Allah sevgisi” girdi. Kula olan sevgisi, Allah’a döndü. Kızı da unutmuştu, her şeyi de. Kendini de unuttu hattâ. Çok yüksek makamlara yükseldi tasavvufta..
“Aç mısın, susuz musun?”
İbrâhim Havvâs hazretleri Bağdat’ta yaşayıp, Rey şehrinde vefat etti. Bir talebesiyle yolculuğa çıktı bir gün. Yedi gün yedi gece hiçbir şey yemeden yürüdüler.
Ancak talebe acıktı.
Gücü tâkati tükendi.
Hocası onu gördü.
Hâline acıyıp sordu:
“Evlâdım! Ne oldu sana böyle.
Aç mısın, susuz musun?” Talebe cevâben;
“Hem susuzum, hem açım hocam. Bir şey yemezsem yürüyemeyeceğim” dedi.
Ona sevgiyle baktı.
Ve bir nehri gösterip;
“Öyleyse git şu akan sudan iç. Bundan sonra hiç susamazsın” buyurdu.
Genç, sevinçle baktı.
Ve bir “nehir” gördü önünde.
Hâlbuki az önce yoktu...
Eğilip kana kana içti avcuyla.
Serin ve tatlıydı.
Hiç böyle lezzetli su içmemişti.
Sonra abdest aldı o sudan.
Ve geri geldi.
Dönüp de ardına baktığında göremedi o suyu bir daha.
Kaybolmuştu gözden...
* * *
Bir gün bu zâta sordular:
“İnsan, alın yazısını bilebilir mi efendim?”
Cevâbında;
“Evet, bir kişinin gönlünde ne yatıyorsa, alın yazısı odur.
Bir ırmağın akış yönünden, hangi noktada denize döküleceği anlaşıldığı gibi, insanın alın yazısı da yaptığı işlerden anlaşılır” buyurdu.
VATAN ve YOZGAT
Türkiye’de bir defa daha demokratik süreçlerin işlediğine, milletin iradesi tecelli etti.
Milletimiz ferasetiyle tercihini yapmıştır. Referandum sürecinin tamamlanmasıyla önemli bir süreci geride bıraktık.
Yozgat’ı anlamak çok zor. Yozgatlı’yı da anlamak zor. Şimdi Yozgat’ın neden bu kadar şehit ve gazi verdiğini şimdi anladınız mı?
Yozgatlı vatansever, milliyetçi, devletçidir. Yozgatlı mukadderasçıdır. Bu vatan için seve seve canını her zaman verir.
Mustafa Kemal Atatürk Yozgat için söylediklerini boşa ifade etmemiştir. ‘Bozok yaylasının yiğit evlatları sizlerle iftihar ediyorum. Sizler savaşın ön safında yer aldınız’ diyerek Yozgatlıları onure etmiştir.
Hakikatende Çanakkale’de, Gelibolu’da Arıburnu’nda dedelerimiz bu vatan için şehit oldular. Gazi oldular.
Bu seçimde de vatancı ve milliyetçi olduklarını Türkiye’ye gösterdiler.
Saygılarımla..
“ONUN SULTAN’LA NE İŞİ OLUR?”
Şîraz’da doğup orada yaşayan İbni Hafif hazretleri zamanında “iki arkadaş” vardı ki, nerede bir “evliyâ zâtın” olduğunu duysalar, oraya koşarlardı hemen. Bir gün de “İbni Hafîf” ismini duydular.
Ve o beldeye vardılar.
Kapısını çaldılar.
Hizmetçisi çıktı:
“Buyurun, kimi aradınız?”
“İbni Hafîf hazretlerine gelmiştik.”
“Evde yok, sultânın yanında.”
“Peki” dediler.
Ancak şaşırmışlardı.
“Bir velînin, Sultan ile ne işi olur?” diyorlardı.
Derken bir terzi dükkânının önünden geçerken terzi bastı feryâdı;
“Hırsızlar! Makasımı siz çaldınız!..”
Gençler;
“Biz hırsız değiliz!” demeye kalmadı ki iki zâbıta memuru ellerini bağlayıp sultâna çıkardılar.
“Hapsedin!” dedi.
İbni Hafîf müdâhale etti:
“Yanlış yapıyorsunuz! Bunlar hırsız değil.”
Sultan, bu defâ;
“Çözün ellerini!” dedi.
Gençler kurtuldu hapisten.
İbni Hafîf hazretleri gençlerin koluna girip birlikte çıktılar saraydan.
Giderken sordu:
“Benim için geldiniz değil mi?”
“Evet efendim.”
“Ben de sizin için gitmiştim sultâna.
Sultan, böyle yanlış kararlar veriyor bâzan.
Ben de bunları düzeltmek için yanına gidiyorum” buyurdu.
Gençler sevindiler...
Hakîkî bir velînin huzurunda olmanın sevincini yaşıyordu ikisi de...