Davadan Döneni Vurun

Bıyıklarımızın yeni yeni terlemeye başladığı o yıllarda Ülkücü Camia’nın bir sloganıydı bu.
Pek tutmadı. Zamanla da kayboldu gitti.
Davadan dönmek. Burada üç fiili durum çıkıyor karşımıza. Dönme, dönmek ve dönek!

Birincisi dönme. Herkesçe malum, konuşmak gereksiz.
İkincisi dönmek!

Kişi davadan niye döner ki?
Ya davanın fiiliyatını beğenmemiştir, ya fikriyatına inanmamıştır, ya da zikriyatını sevmemiştir.
Döner gider. Kimsenin de bir diyeceği olmaz.
Üçüncüsü dönek!
Kişi nasıl dönek olur?
Davaya inanmıştır! Hal ve hareketleriyle bunu ispatlamış, güven kazanmıştır.
Bu güvenin karşılığında da Başbuğ, fethettiği kaleye onu başkan/komutan olarak gönderir.
Epey de bir sürer bu komuta dönemi.
Devran hep böyle gitmez ya! Köprülerin altından çok sular geçmiş, yeni bir siyasi rüzgâr başlamıştır.
Bu rüzgâr kale komutanlığından daha kıymetli bir makamı,
üstelik ömür boyu garantili olarak teklif edilir.
Bunun kalenin düşmesi için siyasi bir ayak oyunu olduğunu bile göremez olmuştur.
Bizim komutan bu teklif karşısında “anamın adı Döndü, ben de döndüm.” misali,
hemen o çok inandığı dava üniformasını çıkarır atar,
yakasına takılan yeni rozetle yeni dava(!)sına hizmet için yeni makamına gider.
Terk ettiği kaleye bir kez olsun dönüp bakmaz bile.
Dava arkadaşları kale duvarlarına pankart asarlar.
“Kim giderse gitsin biz kalemizden ayrılmayız” diye.
Aradan uzuun yıllar geçer ve bizim eski dönek komutan, bünyede alışkanlık yaptığı için,
bir döneklik daha yapar, tekrar komutan olabilmek için kaleye gelir.
Verilen gazla, ortada ne kalenin, ne de komutanlık makamının artık kendisine yar olmayacağını göremez.
Gerçek şudur ki;
ne terk edip gittiği kale eski kaledir, ne bırakıp gittiği neferleri eski neferlerdir.
Kalenin fethi de artık mümkün olmayacağından,
davadan dönen bu komutan, 31 Mart’ta sırtından vurularak, sandığa gömülecektir.