Deli miyiz? Veli miyiz?

Hiç kusuru bakmayın mutlaka hepimizin biraz “deliliği”, biraz da “veliliği” mutlaka vardır.

Haydi, nereden çıktı böyle bir konuşma diyebilirsiniz. Youtube de bir araştırma yaptığım esnada İstanbul’da yaşayan Ali Denizci isimli bir kişinin videoları izlemem için önerildi.

Merakla incelemeye başladım. İnceledikçe daha çok ilgimi çekmeye ilgimi çektikçe daha fazla araştırma yapmaya başladım. Aslında Ali Beyin yaptığı çok farklı olan şeyler değildi fakat ilginç kılan yapılış şekli ve amacı idi.

Ali Beyi incelediğim esnada farklı kişileri de inceleme imkânı buldum. Bilgisayardan veya cep telefonundan yatığım incelemeler bana yetmedi. Mutlaka yerinde görmek ve inceleme yapmam gerektiğine inandım.

Videolardan birini Zafer Özışık Abim ile paylaştım ve ilk dönüş;

Oktay’cığım bir program yapalım ve gidelim. Tabi ki abi dedim ve uygun olan tarihi ayarladım.

Bu esnada gazetemizin yazı işleri müdürü Tarık Yılmaz da bize eşlik etti.

Ver elini İstanbul, hedef “Deliler ve Veliler Kahvesi”.

Balat’ta Ali Denizci tarafından işletilen kahveyi navigasyon marifetiyle adres teslimi bulduk. Kahvede bulunan insanların hemen hemen hepsi gönüllü olarak çalışan guruplardı. Güzel bir hava değişik ambiyans huzur veren bir ortam.

Ali Bey ile ilk buluşmamız ve bir masaya oturmamız fikirlerini öğrenmemiz fazla uzun sürmedi ama kısa oldu, çükü sürekli bir şeyler isteyen ihtiyaç sahipleri, koşturma ile hazırlanan evsizler için yemek organizasyonu, battaniye için mücadele veren bir garip, çay içmek isteyen farklı illerden gelen misafirler.

Mutlaka herkesin bir hikâyesi var. Bazı hikâyeler yaşanırken acıdır ama sonradan kazançlı olduğu görünür. Bu kazanç maddi olmasa bile manevi bir kazançtır.

Zafer Abi,

-Her işte bir hayır vardır. Bu kadar insana vesile oldunuz sizin yaptığınız güzel bir şey.

Ali Bey,

-Ben yapmasaydın mutlaka biri yapacaktı. Ben yapmıyorum Allah yaptırıyor. Yani “Haydan geliyor, Huya gidiyor”.

Balat’ta yaptığımız incelemede sistemin çalıştığını, insanların ihtiyaç sahiplerine gönüllü olarak yardımcı olduğunu, din, dil ve ırk ayrımı yapılmadan yardım yapıldığını ve en önemlisi de israfın önlediğini fark ettik.

Balat’tan sonra ki hedefimiz İstiklal Caddesinin arka sokaklarında bulunan “Hayata Sarıl Lokantası” idi. Bizi karşılayan Erzurumlu otoparkçı biraz deli gibi idi ama otopark için 35 TL alınca ben biraz delirdim. Fakat yapacak bir şey yoktu. Orası Yozgat değildi ki itiraz edeyim. Sessizce 35 TL verdim ve asker selamıyla uğurlandım.

Hayata sarılmak için açılan işyerinin adı güzeldi. İşletmecisi bir Bayan, Ayşe Abla.

Abla biz Yozgat’tan seni görmek için geldik dediğimizde Yozgat’a gelip yemek yemeden döndüğünü söyleyince 3’ümüzde üzüldük. Fakat koşturmacadan zaman kalmadığını belirtince derin bir nefes aldık.

Ayşe Abla hayatın farklı çilelerini çekmiş, sokakta yaşamış daha sonra küçük bir lokanta açmış, lokantada ilk başlarda kendi yaptığı yemekleri satarak geçimini sağlamış belirli saatte de lokantayı normal müşterilere kapatarak evsiz olan insanlara gücünün yettiğince yemek vermeye başlamış. Bu bir delilik mi? Yoksa paylaşımcılık mı? Ona siz karar verin. Yaptığı hareketten birçok insan etkilenmiş olacak ki Ayşe Abla 2 yılda 55 bin kişiye yemek dağıtmış.

Hayata sarıl lokantası küçük ve şirin bir işyeri. Bu işyerin de de gönüllülük esasına dayalı çalışma sistemi var. Biz orada iken genç kızlar yemek dağıtımı, masa temizleme işleri yapıyorlardı.

İstanbul’da son durağımız ise son külhanbeyi Çakır Ahmet oldu.

Çakır Ahmet’i bulmamız zor olsa da biz pes etmedik. Kolay değil son külhanbeyini görecektik. Aslında İsmine uygun bir yerde III. Ahmet Çeşmesinin bulunduğu meydanda hemen çeşmenin yanında 3 çeşit tatlı satan bir külhanbeyi.

Başında bir fes, bileğinde deri bir bileklik, üzerinde bir yelek tam bir eski külhanbeyi edası ile tatlı satıyor. Sesiz ve sedasız bir şekilde izledim. Ne yapıyor nasıl davranıyor ne diyor diye. Öncelikle eli çok bol, günlü geniş bir kişi olduğunu yaptığı ikramlardan anladım.

Seyyar arabanın üzerinde bir teyp ve hafiften gelen müzik sesi belli ki Çakır Ahmet’i dinlendiriyordu. Sesiz bir şekilde yaklaştım,

-Merhaba Çakır Ahmet Abi Yozgat’tan geldik 2 arkadaşım daha var deyince masmavi gözleri birden çakmak çakmak büyüdü.

-Yozgat Boğazlıyan’da bir müddet kaldım. Yozgat yiğitlerin diyarı.

Hemen oradan bir tabure çekti ve

-Ne yer ne içersin?

-Ahmet abi birazdan beraber geldiğim Zafer Abi ve Tarık gelecek.

-Onlar gelirken bana bir işaret ver bakayım.

-Tamam abi demim ve izlemeye devam ettim. Kendi yaptığı ve ambalajladığı İncir tatlısı, Supangle ve Dondurmalı Kadayıfı tanıtarak satıyor. Aldığı 5 TL ücret. Bunun karşılığında 1 tatlı, 1 Plastik kaşık, 1 peçete ve birde poşet veriyor. Anladığım kadar fazla bir para kazanmıyor. Devlete, Hükümete ve Üsküdar Belediyesine dua ediyor çünkü ona denize 150-200 metre yer vermişler oda orada “Helalinden Ekmek Parası Kazanıyor” Bu esnada Zafer Abi ve Tarık yaklaştılar.

-Ahmet Abi Zafer Abi geliyor dedim veeeee

-Heyyyyytttttttt Zafer abi nerede kaldın beeeeee. diye bir nara duydum.

Zafer abi ve Tarık ile öpüştükten sonra çaylarımız geldi.

Herkesin bir hikayesi olduğu gibi Çakır Ahmet abinin de bir hikayesi vardı. Daha önceden farklı işler yaparken yabancı uyruklu Müslüman olan eşi “Ahmet artık eve çok para getirme, helal kazan ama az para getir” deyince Külhan beyi bir tezgahta tatlı satmaya başlamış.

Gördüğümüz ve incelediğimiz kişiler para kazanıp mutlu olmak yerine paylaşarak mutlu olmayı, ihtiyaç sahiplerine yardım ederek faydalı olmayı seçmişlerdi.

En önemlisi de toplumumuzun gönüllülük, yardımlaşmak, paylaşmak duygularının devam ediyor olması.