Dilin Kutsallığı

Dualar, insanın aracısız doğrudan Allah’a niyazıdır. Derdini en doğru şekilde ifade etmenin yolu da en iyi bildiği dildir. Bazı çevrelerin Arapçaya kutsallık atfedip duanın başka bir dil ile yapılamayacağı iddiasındadırlar. Bu iddia sahipleri hâşâ, Allah’ın diğer dilleri anlamadığını mı söylemek istiyor? Bu ne aymazlıktır. Yüce yaradan isteseydi, bütün insanları tek dil konuşur halde var edemez miydi?

İbrahim Suresi 4. Ayet, “İstisnasız her peygamberi kendi kavminin diliyle gönderdik ki onlara açık açık anlatsın; bundan sonra Allah dilediğini sapkınlık içerisinde bırakır, dilediğini de doğru yola iletir. O güçlüdür, hikmet sahibidir.” ifadesiyle dinin anlaşılması gerektiği vurgulanır. Yahudiliğin İbranice, Hıristiyanlığın Aramice dili ile ortaya çıkması da bundandır.

İslam’ın Arap diyarında ortaya çıkışı ve niçin Arapça dili ile hitap ettiğinin sebepleri araştırıldığında hiç de Arapların övüneceği bir pozisyonla karşılaşmayız. Unutulmaması gereken bir hususu hatırlamakta yarar var; bütün peygamberler olumsuzlukların gereğinden fazla yaşandığı ortamlarda ortaya çıkmıştır ki insanları içine düştükleri bataklıktan kurtarsın, düzene soksun diye. Her türlü insanlık dışı yaşantının sürüp gittiği, dahası insanca yaşama hakkının olmadığı, despot kabile yönetimi altında insanların inim inim inlediği, babanın öz kızını diri diri kuma gömdüğü bir dönemde; insanlığın övünç kaynağı Hz. Muhammed, kurtuluş reçetesi olarak İslam ile insanlığı buluşturmuştur. Araplar, içlerinden bu kadar değerli birinin çıkmasına ne kadar övünç duyarlarsa duysunlar -haklıdırlar da-, buna rağmen atalarının nasıl bir bataklığa saplandığı konusunda da sorgulamayı ihmal etmemelidirler.

Yunus Suresi 2. ayet ile Zuhruf Suresi 3. Ayette geçen: “Anlayabilesiniz diye, Biz onu Arapça olarak indirdik.” ifadesinden de anlaşılıyor ki biz bu ayetleri doğru anlamakla mükellefiz. Anlaşılmayı öteleyerek dile kutsallık atfeden hatta Allah’ın dili diyecek kadar ileri gidenler var ne yazık ki. Burada kast edilen, söyleneni anlamak ön plandadır. Biz size sizin dilinizde hitap ediyoruz, anlayın ve hayatınıza adapte edin, mealinde anlamak gerekir. Aksi halde Arapça bilmeyenlerin Müslüman olması ve İslam’ı anlaması beklenemezdi. Buradan da anlıyoruz ki insanlar kendi dillerinde yazılan ve konuşulanları daha rahat anlayıp içselleştirebilirler.

Unutulmamalıdır ki İslam Medeniyeti’ni oluşturan zihniyet, Arapça sayesinde o noktaya ulaşmadı. Hz. Muhammed’in önderliğinde oluşturulan bir alt yapının üzerinde Allah’ın ayetleri olarak bilinen âlemdeki, daha dar anlamda yeryüzündeki bütün var olanlara karşı merak duygusu, bilinmeyeni bilme, görünmeyenleri görme çabası ve oluşumlar arasındaki sebep sonuç ilişkilerinin sorgulanması sonucu yaşadıkları çağın ilerisine geçebilmişledir. Bulundukları çağı sorgulayarak, neden sonuç ilişkileri kurarak, yeryüzünde görülen ve görülmeyenleri merak edip gecesini gündüzüne katarak özverili çalışmalarıyla şimdilerde bizim övgüyle bahsettiğimiz seviyeye ulaşmışlardır. İslam’ın, Zümer Suresi 9. Ayetteki “… Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” mesajını doğru kavrayıp hayata geçirenler sayesinde bir dönem insanlık âlemine sayısız hizmetler sunmuşlardır. Onların bir kısmı kendi dilinde düşündü yazdı, bir kısmı Arapça eser ortaya koydu. Her nasıl olursa olsun yaşadıkları çağa damgalarını vurdular. Biz onları Türk, Arap, Acem demeden benimsedik ve kendi kültür dairemize aldık. Bunun adına da İslam Medeniyeti dedik. Aynı kültür dairesinde olmaktan da gocunmadık, aksine sahiplendik. Onlar bir tarafa kendi kültür dairemizden olmayanların insanlık adına yaptıkları her güzel gelişmeyi dahi benimsedik ve onlar sayesinde hayatımızı kolaylaştırdık.

Nasıl ki Âlemleri Yaradan insanların da yaratıcısı ise, bütün dilleri de o yaratmıştır. O’nun yarattıkları arasında birilerini öne çıkarıp diğerlerini küçümsemek, ötelemek veya yok saymak, her şeyden önce Yüce Yaradan’a şirk koşmak değildir de nedir?..