Dinginleşme zamanı…

Rahmet ayına adım attığımız günle bayram arefesine ulaştığımız gün sanki birbirinin devamı gibi gelir değil mi.
Giderek daralan bir dünyada adeta nefes almaya çalışıyoruz.
Yaşadığımız dünyanın geçmişine bakalım, savaşlar, yokluklar, acılarla dolu büyük bir sarmal…
Adına biz imtihan diyoruz aslına bakarsanız.
Ve bugün geldiğimiz nokta; savaş, yokluk ve acı…
Sanki elleri gırtlağımıza çöken yaşamın içinde yer açmaya çalışıyoruz bir nefes uğruna.
Dün hayatın modasına, teknolojinin yeniliklerine, gösterişin en modellisine yetişmeye çalışırken bugün…
Nefes alamıyoruz.
Yeryüzündeki tüm canlıların kaderini etkileyen bir ekonomik harp hali yaşıyoruz.
Adına ekonomik harp diyorum, siz ne derseniz?
İnsanları virüsle yok etmeyi başaramadılar, şimdi sıra yoklukla savaşta.
Hayatın halleri yeterince stresin derinliklerine gömerken nefsimizi şimdi dünden daha zor bir yaşam serüveni içindeyiz.
Ve belirsizlikler giderek artıyor hayatımızda.
Ne yarınlarımızdan ne de kendimizden tam anlamıyla emin değiliz.
Hiçbir şey olmamış gibi yaşıyor olsak da öylesine enkazlar düşüyor ki üzerimize ne yana dönsek zorun zoru bir imtihan.
Üstat Necip Fazıl Kısakürek’in şu dizeleri dolandı dilime bir anda:
Seni dağladılar değil mi kalbim,
Her yanın, içi su dolu kabarcık.
Bulunmaz bu halden anlar bir ilim;
Akıl yırtık çuval, sökük dağarcık.

Sensin gökten gelen oklara hedef;
Oyası ateşle işlenen gergef.
Çekme üç beş günlük dünyaya esef
Dayan kalbim üç beş nefes kadarcık!
Dayanmak mümkün mü şükür olmayınca dibi görünmeyen dünya mahzeninde.
Dinginleşmek çok mu zor.
Yokuş aşağı inen, üstü yüklü ve freni patlamış bir kamyon gibiyim ağzına yandığımın dünyasında.
Dinginleşme vakti diyorum kendi kendime, tüm karanlıklar arasında bir Ramazan güneşi beliriyor.
Durulma mı dersiniz, soluklanma mı, hayat koşturmacasında az kenara geçip nefes toplama mı?
Sahi nereye yetişiyoruz.
Bir hastalık, bir dert, bir ölüm düşmeye görsün dünyamıza, her koşturmaca bitiyor.
Diyorum ki, o an gelmeden dinginleşelim Ramazan ayı vesilesi ile.
Biraz sakinleme, kafa toplama, huzura kulaç açma.
Bir adım, belki birkaç adım.
Esiri olduğumuz dünyada icat ettiğimiz paranın ve ona bağlı zevatların peşinden koşarken aslında cebimizden dökülenlere baksak, bakabilsek.
Ramazan ayında oruç mu tutmak, ya da fırında hiç tanımadığınız bir insana pide mi almak, sofrayı yapamıyorsak da selamı paylaşmak, stresin asık kaşlarını güneşin gülen yüzüne dönüştürmek…
Zor mu dersiniz… Hangisine gücümüz yetiyorsa denesek fena mı olur?
Havaların ısındığı şu günlerde pantolon paçalarını çorapların arasına koysak, elde bir değnek, dağlarda yürüsek.
Bir kuş sesi, ağaç gölgesi, bulutların dile gelmeye çalışan görüntüsü, toprağın ‘sen bensin ben de sen’ diyen sesini duyabilme dürtüsü.
Doğal, organik bir Ramazan teklifi.
Öyle ihtiyacımız var ki!
Zor olmamalı bir gayret ha gayret Ramazan’da bizi dinginleştirmeyi denesek!