Kalemin, kelâmın, sözün, sohbetin, kültürün, nüktenin, dostluk ve muhabbetin beşiği olarak bildiğiniz, başta şiir olmak üzere tüm söz sanatlarının emsalsiz ustalarıyla dolu Alcı Köyü’nden bir kıymet daha gönüllerde iz bırakarak Yüce Hak’ka yürüdü.

Bilmem nasıl anlatayım üstadım

Her mevsimim kurak, kışımdan oldum

Fransa, İtalya, İsveç, Almanya

Gezdim ekmeğimden, aşımdan oldum

Felek kemendini taktı boynuma

O çekti ben çetim başımdan oldum

Sefası, cefası, nazı özlenen

Vefası bambaşka eşimden oldum

Ben Hoca değilem olamam molla

Bu irfan satılmaz parayla pulla

Çile doldu taştı, garip Abdulla

Bitti istikbalim, işimden oldum

Dizelerinin de sahibi şair Abdullah ERKOÇ 29 Mayıs 2020 Cuma günü tüm sevenlerini yasa boğarak rahmete ulaştı.

İnce ruhu, zengin gönlü, şık giyimi ve tevazu dolu üslubuyla çok güzel konuşan, Yesevi çizgisinde hürafelerden arındırılmış, edep ve ahlakla süslü Türk İslam kültürünü iyi bilerek uygulayan, tarifsiz duygularla yüklü enfes sentaksı, derya bilgisi ve Avrupai görgüsüyle her yerde sevilen, her ortamda aranan bu usta şair, bölgemizin en estetik kalemine sahip olmasına rağmen nezaketinden hiçbir zaman edibim, şairim bile demedi.

Birbirinden hitabet ehli edebiyat alimleri ve tüm söz sanatlarında usta kasketli filozoflarıyla ünlü, Sorgun ilçemize bağlı Alcı Köyü’nde, çok cömert, misafirperver ve varlıklı bir ailenin sevgisinde yetişmiş bir fertken, yaşam şartlarının aleyhinde gelişmesi nedeniyle ömrünün çoğu ekonomik zorluklarla geçen, fakat asaletli ikramlarından ve misafirperver yapısından hiçbirşey kaymetmeyen zarif bir gönül insanıydı.

Pandemi süreci tedbirlerinin kısıtlamalarına rağmen çok kalabalık ve muhteşem bir cenaze töreni oldu. Herkes onla ilgili asla ağrınmadık, incinmedik gibi güzel hatıralarını yad edip samimi dualarıyla uğurladılar. Mezarını kazan Salih AKÇAM, “Toprağı o kadar yumuşaktı ki, küçücük bir taşa bile rastlamadım.” Diyordu.

Küçük kızı Filiz Erkoç SAYGI, annemin ve kardeşim Tunay’ın çok değer vererek sevdiği Kayaş’taki komşumuz, damadı Ferhat SAYGI’da babamın en sevdiği akraba ve arkadaşlarından birisidir. Aynı akşam baş sağlığı için ailece onlara gittik. Filiz Teyze diyordu ki; “Babam bu zamana kadar hiçbir kimse hakkında olumsuz konuşmadı, dedikodu ve kıskançlığı hiç bilmezdi. Ekonomik sıkıntılara düşmesine rağmen halen dedem Salih Zeki Hoca’dan kalma yardımseverlik alışkanlığına devam etti. Biz evlatlarına karşı sınırsız bir sevgi ve himaye duyguları beslerdi.” Diyerek ağladı.

Damadı Ferhat SAYGI ise; “Kayınbabam din bilgisi yüksek, edebiyatı usta, toplum içinde konuşmasını ve davranmasını iyi bilen gerçek bir Yozgat Beyefendisiydi. İyi bir hatip, gerçek bir şair, sevgisi samimi çok kral bir insandı.” Dedi.

Çocukları Ahmet ERKOÇ ve Zeki ERKOÇ, “Babamın dilinden bir tane bile küfür ve çirkin söz çıkmazdı. Onla konuşan tüm arkadaşları, sohbetine, vefasına, dostluğuna ve erdemine tiryaki olurlardı. Ben onun üstüne duayen bir şair, onun kadar dürüst, bilgili ve kültürlü bir insan tanımadım.” Dediler.

Gerçekten de öyleydi. İltifatlarla süslü naif cümleleri ve kibar sesiyle gönüllere dokunarak konuşan, sürekli okuyan ve hal hatır soran saygın bir insandı.

Babam Rıfat ÇAKIR, Kayaş’taki bahçemize çok misafir davet eder. Özellikle kültür-sanat ve akademik camiadan, siyaset, bürokrasi, basın ve iş dünyasından teşrif eden bahçe misafirlerimiz geldiğinde, babamın yaptığı ilk iş, görgüsüyle, bilgisiyle mahallemizi temsile en yetkin ve en saygın köy büyüğümüz dediği Abdullah ERKOÇ amcayı davet edip getirmek olurdu. İnanın gelen tüm misafirlerimiz, Abdullah Amcanın felsefi sözlerine, hoş sohbetine, arif bilgisi, edebi donatısı ve şairlik vasfına hayran olarak giderlerdi. Cenab-ı Allah rahmeti ve cennetiyle ödüllendirerek sonsuz huzuruna kavuştursun.

Bilmiyorum Yozgat deyimiyle yerel basına bir kakıç kaksam alınırmısınız... Tabiiki hepsi için demiyorum ama bir çok siyasetçi, akademisyen, sanatçı, tarihçi, edebiyatçı vs gibi ünvanlarda bilgisi, liyakatı, kitapları, eserleri, emekleri toplumda kabul görmemiş, sanatsal estetikten yoksun, halkın geleneksel duygularında, edebi kanaatinde, kültürel ilgisinde, sevgisinde değeri bir türlü akridite edilememiş karsamba kalabalıkların niteliksiz ve avara uğraşıları ha bire haber edilirken, Abdullah ERKOÇ gibi isimsiz ama gerçek kültür değerlerinin eserlerini hangi gerçek kültür insanları veya Yozgat otoriteleri ne zaman farkedecek veya farkettirecek, ne zaman tanıtacak ve ne zaman duyuracaklar.

Yozgatmızın Edebiyat otoriteleri olan Abbas SAYAR’ın, Yılmaz GÖKSOY’un, Ertuğrul KAPUSUZOĞLU’nun, Saygı ÖZTÜRK’ün, Doğan ÖZMEN’in, Durali DOĞAN’ın, Yusuf KARAKAYA’nın, Siyami YOZGAT’ın, Abdulkadir ÇAPANOĞLU’nun, Hakkı ACUN, Gülten AKIN, Yusuf Ziya BAHADINLI, Arif BAŞ, Nihat BOYDAŞ ve Yusuf ÖZCAN’ın her mecliste “Bu nasıl bir köy Yarabbi, Alcı’nın ekmeğini yiyen, suyunu içen akıl almaz efsuna, sanatsal bir gizeme bürünüyor, Mevlana’dan bile daha felsefi sözler üretiyorlar” dedikleri Alcı Köyü’nün Gambır Koprü Enstitüsü ve Setenin Dibi Edebi İlimler Fakültesinden mezun gerçek şairlerini, yazarlarını, tarihçilerini ve edebiyatçılarını kim görecek. Ahirete intikallerinde bile bu değerlerin adları, emekleri, eserleri, ortalıktaki kültür insanıyım diye gezen kusurlu ve kısır ünvanlarca sürekli perdeleniyorsa, memleket kültürümüzün hali galiba daha çok harap kalacak.

Kasım KAZANCIKLIOĞLU, Abdullah ERKOÇ, Dindari, Veli VARLIK, Birsen KOCA, Emrah CENGİZ, Oğuz DUYGU, Hamza UÇAR, Nevzat ÖZER, Alaaddin AKÇAM, Yahya KAPLAN, Dipici Memmed Yaşar, Haceli DUYGU, Hilal ALIÇ, Bünyamin ÇAKIR, Feriz ÇAKIR, Ziya HIZIROĞLU, Fehmi CENGİZ, Ömer Faruk KOCA, Erdal KAZANCIKLIOĞLU, Aydın KOÇAK, İstemin YAŞAR, İzzet SAYGI, Habip YILMAZ, Satılmış TOYGAR, Bahri AÇIK, Necdet YILDIRIM, Sabri GÜVEN ve bir çok ilmi ve edebi faziletlerle donatılı her biri birbirinden kültürlü Alcılıların adları ve eserleri basınımızda çok daha sık yer alırsa inanın kadim Yozgat kültürümüzdeki gerçek kalite çok daha belirginleşecektir.

Rahmetli Abdullah ERKOÇ amca birgün bize geldiğinde “Şiirde hiciv nedir.” diye bir soru sordum. Hiçbir öğretmenin, hiçbir edebiyatçının eline su bile dökemeyeceği bir incelik, açıklık ve anlaşılırlıkta bana şu cevabı vermişti. “Bak oğlum Özgün; hiciv şiiri sanatsal estetikle yoğrulan ve nezaketli bir üslupla servis edilen kibar bir eleştiridir. Onur kırmadan hatırnaz bir serzenişle gerektiğinde hırpalamada bulunabilirsin. Tekrar ediyorum kesinlikle onur kırmadan. Şimdinin şairleri zengin kafiye yakaladım, açık sözlüyüm ve iyi taşlama yapıyorum diye resmen küfür ve hakaret ediyorlar. Okumayan, bilgi yüklenmeyen, manici bir zihniyetle yaklaşan ortalık şairlerinin taşlama, haşlama, hiciv dedikleri eşeğin gerdcan kırması gibi birşeydir. Bak sana etrafa zarar vererek, ergonomik tasarımda olmayan estetikten yoksun çirkin bir pınar yapıp, tuttuğu bentlede yolumuzu kesen iki köylümüze Deli Osman ve Hasan Dayıya yazdığım methiyeli hicviyemi okuyum.” Dedi ve şu şiirini okumuştu.

HASAN DAYI

Hamza Kâ yerinden yolumuz aştı

İşte gönül bülbül gibi susaştı

Abdullah burada defteri açtı

Dokunma keyfine dur Hasan Dayı

Süzülmüş Çorak’tan Allah’ın işi

Zaten çalışmaktır her işin başı

Nereden getirmiş bu kadar taşı

Yapmışsın burayı sur Hasan Dayı

Başıda yüksek ya, engin pınarı

Sığmıyor lüleye boldur damarı

Ekmişsin altına şemsikameri

Hakkındır bu sene tur Hasan Dayı

Bent muntazam taş dizilmiş kasnağa

Yetişmiş mahsulü gelmiş esnana

İbret için yapmış Deli Osman’a

Bilir Siyasetten Kôr Hasan Dayı…

Peşinden de tasavvufi nitelikte bir didaktik şiir okumuştu. Oda şuydu.

İLAHİ DUYGU

Olunca Halık’tan ihsan

Gönül hiç şüphesiz inan

Hattadın aldığı ilham

Aç sureyi Taha’dan sor

Elif, Lam-Mim Yasin’e

Halk eder türlü efsane

Çekilen Kab’u Kafseyne

Rasul’u Müşteba’dan sor

Gul inni Rabbul Âlâ’yı

Gör ne etti Kerbelâ’yı

Mücrümü Kul Abdulla’yı

Bu dünyada cefadan sor.

Güzel insanlar gördüğünüz gibi konusu dağılmamış şiirsel bütünlüğü tam, kısa ve estetik, zengin sanat ve duygularla yüklü hepsi birbirinden edebi ve mükemmel şiirleri var. Abdujllah Amcanın bir kötü huyu şiirlerini maalisef kaleme alıp arşivlemezdi. Onun şiirlerini kendisini çok seven ve sayan kaynı Fehmi CENGİZ arşivlemese inanaın bunlarıda göremezdik. Fehmi amcamda Yozgatımızın kültür ve geleneklerine özünden bağlı, bilgisi ve emeğiyle değer katan saygın bir şahsiyettir. Yakında kısmet olursa onunla beraber Alcı Belgeselini yazacağız.

Abdullah ERKOÇ aynı zamanda çok nüktedan ve sohbeti hoş bir hatipti. Güncel moda kreasyonlarına uygun, tertemiz ve Avrupai giyinirdi. Tabiiki herkesin naylon, lastik ayakkabı, kaba-saba kumaşlar, altı üstü uyumsuz renkler ve bakımsız giyinmeleri karşısında onun bu şıklığı, birazda kıskançlıkla izlenilir ve kendisine değişik lakaplar takarlardı. Örneğin yaz aylarında ortopedik bir terlikle gezdiği için “PAPIŞLI”, kış aylarında kimsenin giyemediği kalitede çok güzel bir ıskarpınla gezdiği için “LAPÇINNI”, herkes lime lime dökülen kirli şapkalar takarken o tertemiz ve şık bir fötr taktığı içinde “HOTERLİ” derlerdi. Tabiiki herkes bunları lakap zannediyor ama asalet yansıtan bir şıklık, toplumda imrenilir bir karizma ve tertemiz bir yaşamın gereği özenli bir giyim tarzı olduğunu ancak cahillikten kurtulduklarında anlıyabiliyorlar.

Köyümüzün, ilimizin, ilçemizin adını heryerde yücelten bu derya gönüllü şahsiyete Allahtan rahmet, tüm çocuklarına baş sağlığı ve sabır diliyorum. Edebiyat dünyasına kazandırdığı eşsiz eserleri, iltifatkar üslubu, bilge sohbeti ve nezaketi hiçbir zaman ölmeyecek ve ebediyyen gönüllerde yaşatılacak. Mütevazi yaşantısına rağmen, edebi donatısı ve sanatsal zenginliğiyle, tüm ekonomik ve sosyal zenginliklerin, akademik ve bürokratik ünvanların çok çok üstünde olduğunu, kim olursa olsun herkesin unutulup, birtek O’nun gibi değerlerin hatırlandığını, hatırlanacağını elbette zaman gösterecek.

Nur ve huzur içinde uyusun.