“Türkiye” deyince bakışları çakmak çakmak olan, “İstiklâl Marşı” okunurken gözleri dolan, “Mamak” denilince yürekten bir “âah” çekip derin bir elemin içine dalan, “Yemen Türküsü”nü dinlerken en koyu hüzünler gözbebeklerinde dalgalanan ve “Çırpınırdın Karadeniz” marşını hançeresini yırtarcasına haykıran birisini görürseniz, bu kişi de mutlaka "Onlar”dan birisidir...
Bir gün “Sonsuzluğun Sâhibi”ni tefekkür ederken aşka gelen, bir gün minarelerden; "Şehbâl açan rûh-ı revân-ı Muhammedî”yi dinlerken, dudaklarından;
“Bu ezanlar ki şehâdetleri dînin temeli
Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli”
dizeleri dökülen; bir gün elindeki tespihini ritmik hareketlerle çekerken Türk milletinin Gül aşkını büyük bir coşkuyla dile getiren; “İ’lây-ı Kelimetullah için Nizâm-ı Âlem Ülküsü”nden bahseden ve külhani tavırlarına Medrese-i Yusufiye’de dervişhan muhabbetler ekleyen birisine rastlarsanız, biliniz ki bu kişi de mutlaka “Onlar”dan birisidir…
Onlar ki, Seksen Öncesi’nden söz açılınca boğazlarına bir yumruk tıkanır, şehit olan "can gardaşları”nı hatırlar ve sükûtun çığlıklarındaki derin düşüncelere dalıp giderler…
Onlar ki; kan ve barut kokulu can pazarında ülküdaşlarıyla omuz omuza verdiği günleri, şafaklarına kan damlamış geceleri ve meşâkkatin her çeşidinin paylaşıldığı o çileli zaman dilimindeki candan arkadaşlıkları anıp eski hatıralarını yaşlı gözlerle yâd ederler…
Onlar”dan sadece bir kişiyi bile tanımışsanız, diğerlerini de çok kolay tanırsınız…
Bakışlarındaki inanç, tavırlarındaki vakar, düşüncelerindeki ideâlizm, duruşlarındaki asâlet, karakterlerindeki mertlik, tokalaşıp kucaklaşmalarındaki sertlik ve bu sert görüntünün arkasında saklı olan engin merhâmet, hudutsuz bir samîmiyet ve vatan sevgisindeki o büyük kesâfet, bu “kayıp neslin” değişmez özellikleridir…
Fazla söze ne hâcet; “Onlar”ı tanımak için sadece gözlerine bakmanız yeterlidir…
Çünkü hangi yaşta olurlarsa olsunlar, onların gözlerine “Ay-Yıldızlı bir sevdâ ışığı”nın demir attığını görür ve bakışlarıyla terennüm ettikleri;
“Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır,
Toprak, eğer uğrunda ölen varsa vatandır.”
anlayışındaki bir inancın tezahürlerinin, “kâl” değil, “hâl” olduğuna gösterdikleri millî reflekslerle tanık olursunuz..
Ve “Onlar”ın düşüncelerinde;
“Alperenler; bir aşılmaz dağdılar,
Aydınlığa gönül verip, yıldızları sağdılar…
Nurlanıp, nûr üstü nurdan,
Tekbirlerle doğdular.
Tek başına destandılar,
Tek başına çağdılar…”
anlayışına müdrik bir ideâlizmin kıyam ettiğine ve sînelerinde, rozetlerinden çok daha büyük bir yürek taşıdıklarına şahit olursunuz vesselam..
Bu vesileyle “Eylül’ün Kırdığı Güller”den âhirete göçenleri hayır duâlarla yâd ediyor; Cenâb-ı Hak’tan rahmet ve mağfiret diliyor, Efendimiz Aleyhisselatü Vesselam’dan şefkat ve şefâat niyaz ederken, “Güzel atlara binip giden o güzel insanlara” Yahyâ Kemâl’in Vedâ Gazeli’nden bir beyitle sesleniyorum:
“Tekrar mülâkî oluruz bezm-i ezelde;
Evvel giden ahbâba selâm olsun erenler…”
Onlar diye tesmiye ettiğimiz bu güzel insanlardan hayatta olanlara; hayırlı bir ömür, sağlık, âfiyet ve iki cihan saâdeti ve îman selâmeti diliyorum...
Ve "Onlar'dan geriye ne yazık ki buruk bir hüzün kalsa da", on üç yıl önce kaleme aldığımız bu yazı vesilesiyle, kendisini “Onlar”dan birisi olarak gören herkese en kalbî muhabbetlerimi ve bâkî selâmlarımı arz ediyorum.