Günah işlemede ısrar kalbi karartır

Benzersiz güzellik ve özelliklerle yaratılan insana, bazı davranışlar yakıştırılmamıştır. Aynı zamanda İnsan, fıtraten temiz yaratılmış olmasına rağmen, iyi ameller işleme ve kötü ameller işleme konusunda hür kılınmış, iyi ve faydalı olan şeyleri yapması tavsiye edilirken, kötü ve zararlı olanlardan da uzak durması istenmiştir. Yine insanın faydasına olan davranışlar, salih ameller olarak tanımlanıp bunları işleyenlere mükafat müjdesi verilmiş, bedenen, fıtraten ve akibet olarak zararına olanlar da günah ve şer olarak adlandırıp, azap ikazıyla uzak durması istenmiştir. Bu davranışların iyi olanlarının ahiretteki karşılığı cennet, günah olanların ki ise cehennem olarak vadedilmiştir. Ayrıca yasaklanan fiilleri işlemek günah olduğu gibi, emredilenleri terk etmekte günah sayılmıştır.
Kur’an-ı Kerim ve Hadis-i şeriflerde günahlar, büyük ve küçük olmak üzere iki grupta ele alınmıştır. Bu hususa ayeti kerimelerde mealen şöyle işaret buyrulur: “Eğer yasakladığımız büyük günahlardan sakınırsanız, küçük günahlarınızı örter ve sizi şerefli bir yere koyarız.” (Nisa 31) “ Onlar, ufak tefek kusurları dışında, büyük günahlardan ve çirkin işlerden uzak duran kimselerdir. Şüphesiz ki Rabbin, bağışlaması çok geniş olandır.” (Necm 32) Mümin bir kimse için günah; fıtraten bozulma ve iç çöküntü, doğal akışa ters ve aykırı bir hareket ve beklenti dışı bir davranış şeklidir. Bu sebeple, iman ve fıtrat duvarını aşarak pervasız ve şuursuzca günaha dalan bir Müslüman; kendisini vicdani azap ve kalbi sıkıntılara bırakmış, ruhi meleke ve kabiliyetlerini şeytana teslim etmiş dahası kalp aynasını da karartarak önünü göremez hale gelmiştir. Bu günah ve yanlışlarda ısrar etmesi halinde ise, kontrolsüz kalmış ve bunun tabi sonucu olarak ta artık ne sağlam bir irade, ne bir direnme ve ne de kendisini kınama ve yenilemeye mecali yoktur. Bu hal Peygamber efendimizin dilinde tamda şöyle ifade bulmuştur: “Kul bir hata yaptığı zaman kalbinde siyah bir iz meydana gelir. Eğer kişi, o hatadan nefsini uzaklaştırır, af talep eder ve tövbe de bulunursa kalbi cilalanarak leke silinir. Aksine aynı günahı işlemeye devam ederse, kalpteki leke artırılır. Hatta öyle bir hal alır ki, kalbi tamamen kaplar.” İşte bu pas Cenab-ı Hakk`ın: “Bilakis onların işledikleri günahlar kalplerini paslandırmıştır” (Muttaffifin14) diye zikrettiği pastır.” (Tirmizi , Tefsir,3331). Yapılan bu tespit; başlangıçta, küçücük bir iyilik, salih bir amel ve kalbi bir pişmanlıkla silinebilecek ufak bir günah ve kusurda ısrar etmenin ortaya çıkardığı acı bir tablodur.
Diğer taraftan; hata, kusur ve günahının farkına vararak ondan dönüp pişmanlık duyan, özür dileyen, tövbe ve istiğfarda bulunan kimse, sadece bunların manevi yüklerinden kurtulmakla kalmaz, O aynı zamanda insan olmanın idraki yanında büyük bir ahlaki erdeme de ulaşır. Zira böyle zamanlar insanların, nefislerini işin içine katmadan, yüce yaratıcının kapısına en samimi duygularla müracaat edip yöneldikleri ve en güçlü iletişime geçtikleri zamanlardır. Bu yönüyle yapılan hatalar aynı zamanda onu işleyen kimse için, tövbe yolunu seçip pişman olup dönebilirse bir yükseliş, aksi durumda ise düşüş basamaklarına dönüşmüş demektir.
Dinimizin bizlerden şiddetle uzak durmamızı istediği büyük günahlardan bazıları ise şunlardır: Allah’a şirk koşmak, insan öldürmek, namuslu kadınlara iftira etmek, zina yapmak, savaştan kaçmak, sihir yapmak ve yaptırmak, kehanette bulunmak, falcılık yapmak ve yaptırmak, faiz almak ve vermek, alkollü içki ve uyuşturucu kullanmak, rüşvet almak ve vermek, kumar oynamak, yetim malı yemek, akraba ve hısımlarla bağı koparmak, ana babaya asi davranmak, yalan ve yalan yere şahitlik, gıybet ve dedikodu yapmak, emanete hıyanet etmek, verilen sözden dönmek, hırsızlık, gasp ve zimmete para geçirmek, insanlarla alay etmek ve büyüklük taslamak vb.’
Yazımıza ashabın ileri gelenlerinden Abdullah İbni Abbas(r.a.)’ın şu uyarısıyla son verelim: “Tövbe edilince hiçbir günah büyük günah olarak kalmaz silinir. Fakat işlemekte ısrar edilen hiç bir küçük günah bile küçük olarak kalmayıp, büyük günaha dönüşür”. (İbni Kesir Tefsiri, c.1 s.486)