Hüma kuşu, Hümayun ve Nevzat Kösoğlu

10 Ekim Büyük mütefekkir Nevzat Kösoğlu’nun vefat yıldönümüydü.

Ölüleri hayırla yâd etmek bizim İslami geleneğimizde mevcuttur. Bu yüzden Kösoğlu hakkında ne kadar takdir ve övücü cümleleri peş peşe sıralasak, onu anlatmak için yine de kâfi gelmez.

Nevzat Kösoğlu, tüm sohbet ve kitaplarında Türk Tarihini ve Türk düşünce yapısını günümüz şartları içerisinde yeniden ele almış; kültür ve medeniyet kavramları ile alakalı kendine has fikirler ortaya koymuştur. Gelenekle gelecek arasındaki bağın nasıl kurulması gerektiğini ele aldığı yazılarında ve konuşmalarında güncel meseleler çerçevesinde yeni bir medeniyet inşaı konusunu vukufiyetle izah etmiştir. Ziya Gökalp, Mümtaz Turhan ve Erol Güngör çizgisinin son temsilcilerinden birisiydi.

Tüm eserlerinde Türk Kimliği'nin yeniden inşası konusunda tarih perspektifi açısından yeni yollar göstermişti.

Ender fikir adamlarımızdan biri olan Sayın Mustafa Çalık 26 Ekim 2013 tarihinde Türk Ocakları Genel merkezinde Nevzat kösoğlu’nu anmış ve onun “Hüma kuşu yükseklerde uçar” şarkısını hasta yatağında nasıl Kubilay Dökmetaş’tan dinlediğini anlatmıştı. O’da tıpkı Osmanlı gibi fikren ve imanen yükseklere bağlı idi. Kösoğlu da tıpkı Hüma Kuşu gibi yükseklere ve daha yükseklere bağlı ve belki de âşıktı. Bu aşk onun Osmanlıya olan bağlılığından geliyordu.

Hüma kuşu, tarihimizin derinliklerinde bilinse de bilinmese de atalarımız zaten kendilerine insanları idare etme görevinin Tanrı tarafından verildiğine inanıyorlardı.

Yükseklerde uçan hiç yere inmeyen, ulaşılamayan, hatta semada yumurtlayıp, semada yavru çıkardığı söylenen, semaya mahsus, gökle ilgili olduğuna veya “Cennet” ten geldiğine inanılan bir kuş. Türk Milletinin kadim düşüncesiyle elbette örtüşmektedir.

Osmanlı atalarımız da hâkimiyetlerinin kaynaklarını “Yaradan” dan ötürü gördükleri ve “Allah istediği için” o makamlara geldikleri inancını taşıdıkları sebebiyle kendilerini bu ulaşılmaz kuşa benzetmişlerdir.

Hâkimiyetlerinin Allah’tan geldiğine inanan atalarımız, Devletin; “Devlet-i Ebed Müddet” olduğu inancını da bu yolla tevarüs ettiriyorlardı. Bu durumlarını ve düşüncelerini ifade etmek amacıyla, her işlerinin, her kuruluş ve makamlarının başına “Hümayun” adını vererek her işlerini semavi kabul ettiklerini, semadan-gökten-Allah’tan geldiklerine ve O’nun rızasını kazanmak için yaptıklarına inanıyor ve gösteriyorlardı.

Selçuklu ve Osmanlı devleti için pek çok tarihçimiz “Vahiy devleti” tabirini kullanıyorlardı, yani Allah’ın emriyle, onun emirlerine göre kurulmuş devlet manasına geliyordu.

Selçuklu ve Osmanlı devletlerinin kuruluşlarında Tarikatların ve Din adamlarının, Dervişlerin, Gazi Dervişlerin, Alplerin, Alperenlerin çok büyük ve önemli rol oynadığını biliyoruz.

Selçuklu ve Osmanlı atalarımız da bunun farkındaydılar. Tekkelere, zaviyelere, tarikatlara, din adamlarına her zaman önem vermişler, onların gayret, himmet ve hayır dualarını almayı ihmal etmemişlerdir.

Osmanlı devleti yöneticileri kurdukları orduyu Bektaşi Tarikatına bağlamakta beis görmemişlerdir.

Daha da ileri giderek Osmanlı, ordularını ve her kurumunu “Hüma” ya ve göklere bağlayarak, kendilerinin ve müesseselerinin Gökten-Allah’tan olduğu inancını her zaman açığa vurmuşlardır.

Devletinin başkentinin adına “Der saadet” (mutluluk kapısı) diyen Osmanlı artık, her önemli işine “Hümayun” sıfatını da verebilirdi. Artık ordu Osmanlı ordusu değildir, “Ordu-yu hümayun” dur. Padişahın Mührü alelade bir mühür değil, “Mührü Hümayun“ dur. Donanmanın adı, “Donanmay-ı Hümayun“ dur. Topkapı sarayı saray değildir, “Saray-ı Hümayun” dur. Divan toplantıları bile artık “Divan-ı Hümayun“ dur. Harem dairelerinin bulunduğu yer sadece harem değil “Harem-i hümayundur“. Topkapı sarayının ilk kapısı “Bab-ı Hümayun” dur. İkinci kapısı “Bab-üsselam” (selam kapısı), üçüncü kapının adı ise “Babüssaade” (saadet kapısı) dir. Kâbe için giden değerli eşyaların ve Kâbe örtüsünü götüren alay; “Sürre-i Hümayun” dur. Okulların isimleri bile aynı sıfatı taşır. Deniz İnşaat Mühendisliği Mektebi “ Mühendishane-i berri Hümayun“ İmparatorluk deniz mühendishanesi de “Mühendishane-i Bahri Hümayun” dur. Padişahların fermanları da “Hattı Hümayun” dur.

Kendisini ve tüm müesseselerini bu kadar Allah’a, Semaya, Semaviye, Hüma’ya bağlayan, yeryüzünde başka bir devlet var mıdır acaba.

Bütün bunları düşününce Osmanlı Cihan Devletinin neden 600 seneden fazla yaşadığı anlaşılır sanırım.

...

“Osmanlı Mûcizesi, Türk kanıyla İslâm Dîni’nin kaynaşmasından doğmuştur.” Cemil Meriç, Mağaradakiler, S:307

Meraklısına Not:

“Türk Milleti bu uzun tarihi boyunca kazandığı bütün gücünü ve tecrübelerini birleştirerek Osmanlı İmparatorluğu’nu kurdu. Bizim tarihimizin bütün evvelki safhaları bu büyük eserin meydana getirilmesi için yapılmış birer prova gibidir. Kurduğumuz bütün devletler Beethoven’in ilk sekiz senfonisi gibi hepsi birbirinden güzel eserler olmuştur. fakat “Dokuzuncu Senfoni”’yi dinleyen bir insan nasıl bütün diğerlerinin müzik tarihindeki en büyük eser için hazırlık olduğu intibaını alırsa, Osmanlı İmparatorluğu’nu anlayan bir insan da bizim bütün devletlerimizin bu imparatorluk istikametinde birer ön çalışma gibi olduğunu görecektir.” (Erol Güngör, Türk Kültürü ve Milliyetçilik, S:78-79)