İbadetin Özü: Dua

Kelime manası, "çağırmak, seslenmek, istemek, yardım talep etmek" olan dua, "küçükten büyüğe, aşağıdan yukarıya iletilen talep" anlamına gelir. Dinimiz de ise, insanın kendisini yaratan Allah'ın yüceliği karşısında, aczini itiraf edip ona karşı duyduğu sevgi ve ta'zim duyguları içinde af, bağış, merhamet, lütuf ve ihsanını talep etmesidir. Dua; sınırlı, sonlu ve âciz olan varlığın sınırsız ve sonsuz kudret sahibi olan, her türlü ikram ve ihsanın kaynağı yüce yaratıcı ile kurduğu bir bağ ve köprüdür. Duâ, insanın kendi kendine yetmediğinin farkına varıp acziyetini itiraf etmesidir.
Bazı kimseler Peygamberimize gelerek Allah hakkında bilgi istemiş, şöyle demişlerdi: "Rabbimiz bize yakın mıdır, O'na gizlice mi yalvaralım? Yoksa uzak mıdır, O'na bağıralım?(Alûsî, Ruhu'I-Maanî, II/63) Onların bu sorusunu, Allah Teala Peygamberine indirdiği ayet-i kerime ile; "(Ey Muhammed!) Kullarım sana beni sorduğunda (söyle onlara): Ben çok yakınım. Bana dua ettiği vakit dua edenin talebine karşılık veririm. O halde (kullarım da) benim davetime uysunlar ve bana inansınlar ki, doğru yolu bulmuş olsunlar."( Bakara,186.) şeklinde cevaplamıştır. Biz her ne kadar işlediğimiz günahlar ve yanlış davranışlarımız sebebiyle Allah ile aramıza mesafeler koymuş olsakta, O bize her daim yakındır. Nitekim O, "Biz insana şahdamarından daha yakınız" (Kaf, 16) buyurmuştur. Dua, aynı zamanda bir ibadettir. Biz çoğu zaman dua ile ibâdeti birbirinden ayrı gibi görür ve kabul ederiz.
Fakat esasında bu ikisi özünde aynı şeylerdir. İbâdet olarak bildiğimiz namaz, oruç, zekât, hac gibi formel ibadetler aslında duanın şekil ve kalıba dönüşmüş halleri gibidir. Hakikatte her ikisi de kişi ile Rabbi arasında bağ kurar. Rasûlüllah (s.a.v.) bu duruma şöylece dikkat çeker: "Dua ibadetin ta kendisidir." (Tirmizî, hadis no: 3247) Duâ bir yükseliştir. Yapılan her bir dua, ruhtan bir filizin yeşermesi, boy sürmesidir. Dua, maddi alandan mana sonsuzluğuna doğru bir sıçrayış, yeni bir doğuştur. Çünkü kişinin, en mahrem şeylerini utanmadan, çekinmeden ve olduğu gibi açabileceği yegane merci Rabb’idir. Dua esnasında kişi hiç kimseyle paylaşamayacağı şeyleri Rabb’i ile paylaşır. Bütün benliği ile adeta onunla en mahrem ortamda konuşur. Ancak burada amaç, sadece dert paylaşımı yapmaktan ibaret olmayıp sorunlara Yüce yaratıcıdan çözüm almak, tatmin olmak ve huzura ermektir.
Zira insan kendini müstağni, yani kendisini her ihtiyacını gidermek için yeterli görmeye başladığı zaman, Allah'tan uzaklaşmaya başlamış demektir. Bu ise, insanın azgınlaşmasına ve ben merkezli hareket etmesine yol açmaktadır. Bu husus ayet-i kerime de şöyle ifade bulur: "Gerçek şu ki, insan kendini müstağnî (kendine yeterli) görünce azar, tâğutlaşır." (Alak, 6-7) Diğer taraftan insan, hırslı yaratılmış fakat aynı zamanda muhtaç ve aciz bir varlıktır. Yani insan istese de istemese de zorunlu olarak başta Allah olmak üzere başkalarının desteğine muhtaçtır. Ancak kişi dua ile bu "muhtaç"lığı bilinçli olarak idrak eder ve şuur haline dönüştürür. Bu da onu Rabbiyle yakınlaştırıp bağ tesis eder. İslam'ın günümüz muharref Hristiyanlığı ile ayrıldığı temel noktalardan birisi de bu noktada saklıdır. Zira Hristiyanlıkta günah itirafı, kişinin kendi cinsinden aciz ve muhtaç bir varlık olan insan huzurunda yapılırken, İslam bu itirafın dua yoluyla tüm mahlukatın ihtiyacını gideren fakat kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayan Allah’a yapılmasını tavsiye eder. Kusurların başka insanlarla paylaşılmasını da hoş görmez. Bu aynı zamanda insanın öz benliğini muhafaza açısından da önemlidir.
Duaların müstecap olduğu rahmet ve bereket mevsiminden geçtiğimiz bu mübarek zaman dilimlerinde Rabbimizin kapısını, dua ile sık sık çalalım. Efendimizin şu müjdesini fırsat bilelim: "Gecenin üçde ikisi geçip de son üçde biri kaldığında yüceler yücesi olan Allah teala, (keyfiyetini bilmediğimiz bir şekilde) dünyanın semasına iner ve: "Bana kim dua eder ki onun duasına icabet edeyim, benden kim ister ki dileğini vereyim, benden kim mağfiret diler ki onu bağışlayayım" buyurur.(Buhari, Teheccüd,14)