Uzak mı uzak bir diyardan köyümüze bir imam hatip gelmişti.
Çalışmayı seven eser bırakma odaklı gönüllerde yer almaya çalışan tamda görev yaptığı mesleğe uygun biriydi.
Onun için kıraat ve tilavetin çok da bir önemi yoktu. Onun derdi İnsanlara Kur'an öğretmek namazı dini konuları öğretmekti.
Köye ilk geldiğinde birkaç ay köy halkını gözlemledi köyde Kur'an okumayı bilmeyen o kadar çok kadın genç çocuk vardı ki, daha önceleri köydeki imamlar gençlere ve çocuklara camide Kur’an-ı Kerim'i ve dini bilgilerini öğretmişlerdi ama kadınlar gelinler ve kızlar bundan yoksun kalmıştı.
İmam Bey’in eşi de imam hatip mezunu bir Hafize idi...
İmam Bey hemen kolları sıvayarak köyde bir kadın Kur'an kursunun açılmasını sağladı ve eşi de bu köyde Kur'an bilmeyen namaz kılmayı bilmeyen dini esaslarını bilmeyen kadınlara Kur'an öğretiyordu.
İmam efendi ve hanımı kısa zamanda gönüllere taht kurdular, taht kurdular ama bu bazılarına rahatsızlık vermeye başladı. İmam Bey her şeyi kendi yapıyor bize danışmıyor bizi dinlemiyor bizim sözümüzden çıkıyor kibri ile hareket eden insan müsveddeleri İmam Bey’i yaralamaya itibarsızlaştırmaya çalışıyorlardı. İmam Bey köyde gençler için kütüphane açıyor onlarla pikniğe gidiyor onlarla kaynaşıyor ve bu arada caminin eksiklerini hayırseverlerin katkılarıyla bir bir yapıyordu. Beldelerde dahi olmayan morg aracı yokken İmam Bey elini taşın altına koyarak köye morg aracı aldırıyordu. Köye iftarlarda yemek verilmesi için yer temin ediyor bunları yaparken de büyük şehirlerdeki dostlarıyla irtibata geçerek gerek kapı kapı gezilerek gerek nüfuzunu kullanarak tüm eksikleri gideriyordu.
Geçen yıllar içerisinde ise eşi Hafize Hanım köydeki genç yaşlı gelin kız demeden tüm kadınlara Kur’an-ı Kerim okumayı öğretiyor namaz kılmayı öğretiyor dini bilgilerini öğretiyordu.
Köyde 3, 5 kendini bilmez haddini bilmezin dışında İmam ve eşi Hafize hanım gönüllerde yerini alıyorlardı. Gece gündüz demeden kimin kapısını çalsalar insanlar onları bağrına basıyordu.
Onlar gönüllere taht kurarken bazıları da yaptıkları iyilik karşılıksız kalmamalı diyerek ellerinden geleni arkalarına koymayıp atmadıkları iftira yalan bırakmıyorlardı.
İmam bey ve dostlarına yaptıkları her hayır işinde iftira atıp yolsuzlukla suçluyorlardı. Normaldi çünkü herkes cibilliyetinin gereğini yapıyordu.
İmam bey ve Hafize eşi yaptıkları tüm güzel işlere rağmen köyden ayrılmaya karar vermişlerdi. Köylünün çoğu istemiyordu gitmelerini ama artık yalan yafta ve iftiraların dozu giderek artıyordu.
Zaman geldi ayrılık çattı ve köyden ayrılırlarken gözyaşları sel oluyordu.
İmam bey ve eşini şikâyet edenler ağır hakaretler duyuyorlardı.
Kim kaybetti peki gönüllere taht kuranlar mı yoksa hiçbir gönül ile işi olmayan yalancılar mı? Ve O yalancılar üzerinden köylüler mi?