Genel olarak iman, Peygamberimizin Allah tarafından getirdiği kesin olarak bilinen her şeyde onu tasdik etmek, gönülden teslim olmak diye tarif edilir. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de iman: “Peygamber ve mü'minler O’na Rabbinden indirilene inandı.”(Bakara, 2/285) şeklinde ifade bulur. O halde iman nasıl ve ne ile gerçekleşir? İmanda etkili olan organ veya organlar hangileridir? Bu konuda farklı değerlendirmeler olmakla beraber, imanda etkili olan organ kalptir. Bir kimse, Peygamberimizi, Allah tarafından getirdiği kesin olarak bilinen her şeyde kalbi ile tasdik ediyor ve doğruluğuna inanıyorsa -bunu her hangi bir sebeple dili ile ikrar etmese de- Allah katında mü'min olarak muamele görür. Ancak diliyle ikrar ettiği halde kalbi ile tasdik etmiyorsa, bu kimse her ne kadar insanlar yanında mü'min olarak muamele görse de, Allah katında mümin değil münafık olarak muamele görecektir. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de bu durum şöyle ifade edilir: “İnsanlardan öyle kimseler de vardır ki Allah'a ve âhiret gününe iman ettik derler, halbuki onlar mü'min değillerdir. (Bakara, 2/8)

Bir de imanını maddi bir beklentiye bağlayarak ortaya koyanlar vardır ki bunlar mümin değil Müslüman olmuş kimselerdir. Bu husus Kur’anı Kerimde: ''Bedeviler, 'İman ettik' demektedirler. (Ey Muhammed) de ki, 'Siz iman etmediniz fakat teslim olduk deyin, çünkü iman henüz kalplerinize girmedi." (Hucurat, 49/14) şeklinde ifade bulur.

Büyük Müfessir Mücahid (H.21-103) bu âyet-i kerimenin, Medine yakınında bulunan Benî Esed İbn-i Huzeyme kabilesi hakkında nâzil olduğunu söylemiştir. Bu kabile ganimet hevesiyle müslüman olduklarını söylemişlerdi. Bunlar bir kıtlık yılında Medine'ye gelmişler şehâdet kelimesini söylemişler ve Peygamberimize:

“ Biz, filân oğulları ve filân oğulları gibi size savaş açmadık, âilelerimizle geldik" dediler. Bu sözleri ile Peygamberimizden kendilerine sadaka yardımı yapılmasını istiyorlardı. Bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil olmuştur. (Âlûsî, Ruhu'l-Meânî, Beyrut, c. XXVI, s.167, Mısır, 1353 H.)

Dil ile ikrar, dünyada müslüman olduğunun bilinmesi ve kendisine (cenaze namazını kılmak ve müslüman mezarlığına defnetmek vb.) İslâm hükümlerinin uygulanması için, gereklidir. İmam Ebû Mansûr Mâturidî ve Eş'arî'ler bu görüştedirler. (Şerh-u Fıkhi'l-Ekber, s. 69) "İman, kalp ile tasdik ve dil ile ikrardır" tespiti ile de bu durum kastedilir.

İmanın Geçerli Olmasının Şartları

İmanın sahih ve makbul olması için üç şartın bulunması gereklidir.

1. İman ümitsizlik halinde olmamalıdır.

Hayatı boyunca inanmamış olan bir insanın, yaşama ümidi kalmayıp can çekişme halinde iman etmesi geçerli değildir. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurulmuştur: "Günah işleyip de kendisine ölüm gelince 'işte ben şimdi tövbe ettim' diyen kimsenin tövbesi kabul edilmez. Kâfir olarak ölenlerin de tövbesi kabul edilmez. İşte bunlara ahirette can yakıcı bir azap hazırlamışızdır." (Nisa, 4/18)

2. İnanmış olan bir kimse, dinin kesin hükümlerinden, her hangi birini inkar edici söz ve davranışlarda bulunmamalıdır.

Örneğin dinin kesin hükümlerinden namaz, oruç, hac ve zekât gibi bir hükmü inkâr eden, Allah böyle bir şey farz kılmadı artık bugün için bunlara gerek yoktur diyen kimse -Allah korusun imanını kaybetmiş olur. Çünkü dinin hükümleri bir bütündür, bunlardan birini inkar etmek hepsini inkar etmek anlamına gelir. Ancak dinin bütün hükümlerine inandığı halde bunlardan bazılarını yapmayacak olursa dinden çıkmış olmaz. Ancak günaha girmiş olur.

3. Dindeki hükümlerin hepsinin güzel olduğunu kabul etmeli ve bunların arasında bir ayırım yapmamalıdır.

Kur’an iman kalbine yerleşmiş gerçek müminleri şu şekilde tanımlar:“Mü'minler ancak onlardır ki, Allah anıldığı zaman yürekleri titrer. Allah'ın âyetleri kendilerine okunduğu zaman bu, onların imanını artırır (kuvvetlendirir) ve onlar yalnız Rablerine dayanır ve güvenirler.” (Enfal, 8/2)

Diğer taraftan sadece inandım demek yeterli değildir. Kalpteki iman ışığının sönmemesi için ibadet de gereklidir. İbadet yapmayan kimsenin kalbindeki iman yavaş yavaş zayıflar ve Allah korusun günün birinde sönebilir. Bu ise insan için en büyük bir kayıptır. İman nurunun söndüğü bir gönül, insan için bir yük olmanın ötesinde bir anlam taşımaz. Büyük Şair merhum M. Akif bu durumu dizelerinde şöyle ifade eder:

“İmandır o cevher ki, İlâhî ne büyüktür.

İmansız olan paslı yürek sinede yüktür."

İman, insanın en değerli kazancıdır. Karanlık ile aydınlık bir olmadığı gibi inanan insan ile inanmayan insan da bir değildir.

İman’ın ölçülerinden birisi de Allah’ı onun Resûlünü her şeyden çok sevmek ve Allah için birbirimizi sevmekten geçmektedir.

Bu hususa işaret eden bazı ayet ve hadisler şöyledir:

"Ey Muhammed de ki: Babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, akrabanız, elde ettiğiniz mallar, durgun gitmesinden korktuğunuz ticâret, hoşunuza giden evler sizce Allah'tan, Peygamberinden ve Allah yolunda savaşmaktan daha sevgili ise, Allah'ın buyruğu gelene kadar bekleyin. Allah fâsık kimseleri doğru yola eriştirmez" (Tevbe, 9/24)

"Ey Muhammed de ki: "Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyun, ta ki Allah da sizi sevsin, günahlarınızı mağfiret etsin" (Âl-i İmran 3/31).

"Sizden biri, beni, babasından, evladından ve bütün insanlardan daha çok sevmedikçe iman etmiş sayılmaz" (Buhârî, İman 8; Müslim, İman70, (44); Nesâî, iman 19, (8, 114, 115) Nesâî'nin bir rivayetinde"... malından ve ailesinden daha sevgili..." denmektedir.

"Sizden biri, kendi için sevdiğini kardeşi için de sevmedikçe gerçek imana eremez." (Buhârî, İman 6; Müslim, İman 71, (45); Nesâî, İman 19, (3, 115); Tirmizî, Sıfatu'l-Kıyamet 60, (3517); İbnu Mâce, Mukaddime 9, (66)).

"Kim Allah için sever, Allah için buğzeder, Allah için verir, Allah için vermezse imanını kemâle erdirmiştir" (Ebu Davud, Sünnet 16, (4681)).