Müslüman, edepli, görgülü, nazik, kibar, güler yüzlü olmalı, her yerde ve her zaman “buyurun, efendim” demeden konuşmamalıdır! Edep, hiçbir hırsızın çalamadığı güzel bir ziynettir. Edep, insanla hayvanı ayıran farktır. Edep; güzel terbiye, iyi davranış, güzel ahlâk, hayâ, nezâket, zarâfet gibi manalara gelir. Hayâ, utanmak demektir. Mesela terbiyeli çocuk, edepli çocuk demektir. Peygamber Efendimiz, (Evlâdınızı edepli, terbiyeli yetiştirin) buyuruyor. Dinimiz, baştan başa edeptir. Edep, kulun kendisini Cenab-ı Hakkın iradesine tâbi kılması, güzel ahlâk sahibi olmasıdır. Hadis-i şerifte, (Sizin en iyiniz, ahlâkı en güzel olandır) buyuruldu. Abdullah bin Mübarek hazretleri ise, (Her ilmi bilen bir âlimin, edebinde noksanlık varsa, onunla görüşmemek kayıp sayılmaz. Fakat edepli biri ile görüşemezsem üzülürüm) buyurdu. Hazret-i Ömer efendimiz, (Edep, ilimden önce gelir) buyurdu. Çok heybetli olmasına rağmen, edebinden, hayâsından Resûlullahın huzurunda çok yavaş konuşurdu. Peygamber Efendimiz de, bir kimsenin yanında iki diz üzerine oturur, ona karşı saygılı olmak için mübarek bacağını dikip oturmazdı. Ebû Saîd-i Hudrî hazretleri, (Resûlullahın hayâsı, bâkire İslâm kızlarının hayâsından çoktu) buyurdu. Her zaman her yerde edepli, hayâlı olmaya çalışmalıdır! Hadis-i şerifte, (Hayâsızlık insanı küfre düşürür) buyuruldu. Hayâ, bir binayı tutan direk gibidir. Direksiz binanın durması kolay olmadığı gibi, hayâsız kimsenin de imanını muhafaza etmesi zordur. Sevgili gençler! Kainatın Efendisi, Rabbimizin sevgilisi Muhammed aleyhisselâm, bütün Müslümanlar için yaptığı nasihatlerinde buyurdular ki: (Allahü teâlâdan hayâ edin! Allah’tan hayâ eden, kötü düşünceden uzak durur, midesine girenleri kontrol eder, ölümü hatırlar.) (Her dinin bir ahlâkı vardır. İslâmiyet’in ahlâkı da hayâdır.)
(Hayâsız olan hep kötülük eder.) (Hayasız olan, emanete hıyanet eder, hain olur, merhamet duygusu kalmaz, dinden uzaklaşır, lanete uğrar, şeytan gibi olur.) (Hayâ ile iman, ikiz kardeştir. Biri giderse diğeri de gider.)
(Mümin, ayıplamaz, lânet etmez, çirkin söz söylemez ve hayâsız değildir.) (Hayâ imanın nizamıdır. Bir şeyin nizamı bozulunca, parçaları da bozulur.) (İnsan, sâlih iki komşusundan utandığı gibi, gece gündüz kendisiyle beraber olan yanındaki iki melekten de utanmalıdır!) (Hayâsızın dini olmaz ve hayâsız kişi Cennete giremez.)
Narın tadı
İran’ın eski hükümdarlarından Nûşirevan, bir gün ve¬zirleriyle dolaşırken yol kenarında gördüğü bir bahçeye girer, bekçilik yapan çocuktan su ister. Çocuk bahçede suyun bulunmadığını söyleyince yüklü nar ağaçlarına bakarak; -Öyle ise bir nar ver de, susuzluğumu gidereyim, der. Çocuk koşarak gider, olgunlaşmış bir tane koparıp hü¬kümdara uzatır. Narı çok tatlı bulan hükümdar, bir tane daha ister ve nar gelinceye kadar bu bahçeye el koymayı tasarlar. O sırada çocuk ikinci narı getirir. Alıp da tadına bakınca bu defaki narı hükümdar çok ekşi ve acı bulur. Çocuğa sorar: -Evlâdım, bu nar da evvelki ağaçtan değil mi? -Evet, ondandır efendim. -O hâlde evvelki nar tatlı olduğu hâlde bu neden acı? -Efendim, aynı ağacın narının biri tatlı, diğeri acı olmaz. Şayet olmuşsa bir hikmeti vardır. Sakın hüküm¬darımız niyetini değiştirip de iyi niyetli iken iyi tad, kötü niyetli iken de kötü tad tatmış olmasın? Çocuğun bu ikazına hayran kalan hükümdar “Sen haklısın küçük bekçi” der. “Ben baştan iyi ni¬yetli idim, nar da iyi tadla geldi. Sonra niyetimi değiştir¬dim, böyle güzel nar yetiştiren bahçeye el koyma fikrine saptım, narın tadı değişti. Bana ekşi ve acı geldi. Şimdi niyetimi düzeltiyorum. Bahçeniz sizin malınızdır, kimse el koyamaz. Bir nar daha ver…” Küçük bekçinin üçüncü defa getirdiği nar da, ilki gibi tatlı ve lezzetli olur. Hükümdar kendi kendini suçlayarak uzaklaşıp giderken “Niyeti güzel olan güzel neticeye lâyık olur” diye düşünür...
RIZA MAKAMI
Küçükler büyümek istiyor, büyükler çocukluğuna dönmek. Zayıf güçlü olmak istiyor, güçlüler ise yorgun...
Hasta şifa peşinde, sağlam kıymetini bilmiyor.
Aşağıdakiler yukarı çıkmak istiyor, yukarıdakiler düşmekten tedirgin. Savaştakiler barış ümit ediyor, barıştakiler sürekli hırlaşıyor. Gurbetteki vatanını özlüyor, buradaki başka memlekete kapağı atmak derdinde.
Evliler boşanmak istiyor, bekârlar evlenmek…
Kadınlar ‘erkek olmak varmış’ diye hayıflanıyor, erkekler ‘kadın olmak için’ bıçak altına yatıyor.
İşsizler çalışmak istiyor, işi olanlar çalışmaktan bıkkın… Olmayan çevre yapmak için yırtınıyor, olan dost ihanetine ağlıyor.
Cefadaki bir umut arıyor, sefadakinin canı sıkılıyor!
Çirkin güzellik uğruna bıçak altına yatıyor, güzeller ‘çirkin şansı’ diliyor... Şişmanlar diyette aç yaşıyor, zayıf silikon taktırıyor.
Uzun boylu kambur duruyor, kısa bir karış topukla zor yürüyor. Hissedenler acı çekiyor, vurdumduymazlar doyumsuz. Fakirler zengin olmak istiyor, zenginler ise bir parça huzur… Ünlüler köşe bucak saklanıyor, ahali ün peşinde. Kıvırcık kafasını düzleştiriyor, düz perma peşinde; keller de saç ektiriyor.
Siyahlar beyaz olmak istiyor, beyazlar bronzlaşmak...
Kalanlar gitmek istiyor, gidenler geri dönmek...
Gençlere günler kısa, yollar uzun; yaşlılara günler uzun, yollar kısa.
Demem o ki;
Mutlu olmak istiyorsan,
Sahip olduklarının farkında ol ve olduğun hâle şükret.
Şikâyet ettiğiniz hayat, belki de ‘bir başkasının hayali’dir…
Hâlinden memnun olmayanlar belki de hâlinden haberdar değildir...