Yüce Allah, bütün yaratıkları içinde, insanı eşref-i mahlûkât, zübde-i kâinât yapmış, en güzel bir kıvâmda kılmış ve diğer yaratıkları da onun istifâdesine vermiştir. Herhangi birimizi bir hayvân olarak yaratsaydı, ne lâzım gelirdi? Binâenaleyh bizlerin insan olarak yaratılması çok büyük bir ni’mettir. Makâlemizin burasında ifâde edelim ki, İslâmî ilimlerden önemli bir branş olan “Akâid” veya “Kelâm” ilmine dâir kitaplarda, varlıklar 3 gruba ayrılır:
1- “Vâcibü’l-vücûd”,
2- “Mümkinü’l-vücûd”,
3- “Mümteniu’l-vücûd”. BÜYÜK İHSAN...
Ma’lûm olduğu üzere “Vâcibü’l-vücûd”, varlığı muhakkak lâzım olan, behemehâl bulunması lâzım gelen, “olmazsa olmaz” diye ifâde edilen varlık ki, bu, sâdece yüce Allah’tır.“Mümkinü’l-vücûd”, bulunmasıyla bulunmaması müsâvî, eşit olan varlıklar olup tüm insanlar, hayvanlar, bitkiler, cansızlar, diğer bütün yaratıklar bu gruba girer; bunlardan herhangi birinin eksik olmasından dolayı hiçbir şey lâzım gelmez, bunlardan birinin bulunmaması çok mühim bir eksiklik teşkîl etmez. “Mümteniu’l-vücûd” ise, mevcûdiyeti muhâl, imkânsız olan varlık ki, bu da Cenâb-ı Hakk’ın eşinin, benzerinin, zıddının, hanımının, çoluk-çocuğunun vs. bulunması gibidir. Böyle bir şeyin olması imkân dâhilinde değildir, muhâldir, mümkün değildir. Burada şunu kesinlikle bilmeliyiz ki, bu taksîmde zikrettiğimiz herhangi bir insanın, bu dünyâya gönderilmesi, yaratılması, bir ihsândır, bir ni’mettir; 7 milyarlık insanlık âleminde herhangi bir insan yaratılmasaydı, hiçbir şey lâzım gelmezdi. Konuya önce bu çerçeveden bakılabilir. Allahü teâlâ, dünyâdaki bütün hayvânları, bitkileri ve cansızları; yer altı ve yer üstündekileri; denizleri, gölleri, nehirleri ve içindekileri; bütün arz ve semâvâttaki her şeyi, insanoğlunun emrine ve hizmetine vermiştir. İnsanı, âlemde hâkim duruma getirerek, onu kendisine muhâtab kabûl etmiş ve mükellef yapmıştır. Cenab-ı Hakk, insanlara muhtâc oldukları her türlü ni’meti lutfetmiştir. O’nun, kullarına verdiği ni’metleri o kadar çoktur ki, hem de sayılamayacak kadar , ya’nî sonsuzdur... Bizlere verilen ni’metlere, kuşbakışı bir göz atacak olursak: Cenâb-ı Hakk’ın, bizleri, mahlûkâtın en şereflisi insan olarak yaratması, ahsen-i takvîm üzere halketmesi, akıl vermesi, her biri dünyâlar değerinde olan vücut uzuvlarımızı lutfetmesi, sıhhat ve âfiyet üzere yaşatması, muhtaç olduğumuz her ni’meti ihsân etmesi; dünyânın en güzel ülkelerinden biri olan bir memlekette göndermesi, eşler-çocuklar-torunlar vermesi, ilim lutfetmesi, para-pul, mal-mülk, servet ü sâmân, mevki-makâm vermesi... vs. daha pek çok ni’met sayılabilir; bunların herbiri çok değerli ihsânlardır. Yukarıda sayılan ni’metlerden herhangi biri noksân, eksik olursa, hemen feverân etmemek gerekir. Zîrâ hayât ve ölümün yaratılmasında imtihân maksadı vardır. Bilindiği gibi bu dünyâ bir imtihân yeridir. Nitekim Yüce Allah, Kur’ân-ı kerîm’inde, Mülk sûresinin 2. âyetinde : “Amelce hanginiz daha güzeldir diye imtihân edip ortaya çıkarmak için ölümü de, hayâtı da yaratan O’dur. O, azîzdir (her şeye gâliptir), gafûrdur (çok bağışlayandır)” buyurmuştur. Bakara sûresinin 155. âyet-i kerîmesinde de bu imtihân gâyesi şöyle açıklanır: “(Ey mü’minler, itâatkârı âsî olandan ayırt etmek için) and olsun, sizi biraz korku, biraz açlık, biraz da mallardan, canlardan ve mahsûllerden yana eksiltme ile imtihân edeceğiz. (Ey habîbim), sabredenlere (lutûf ve ihsânlarımı) müjdele.” Allah “çok merhametli” olduğunu ve “insanlara zerre kadar zulmetmediğini” bizzât kendisi ifâde buyuruyor. Mâla ve câna zarar veren musîbetlerin meydâna gelmesinde ilâhî irâde ve takdîr tecellîsi vardır ve imtihân maksadına ma’tûftur.