İnsanlığa rehber olarak gönderilen Peygamberlerin gönderiliş gayelerinden birisi ve en önde geleni tebliğdir. “Tebliğ” peygamberlerin beş mühim vasfından birisi olup esas hedefi teşkil eder. Diğer dört vasıf ise “Tebliğ”in hakkıyla yapılabilmesi içindir. Dolaysıyla sıdk, emânet, fetânet, ismet gibi diğer güzel hasletler bir tebliğcinin taşıması gereken şartlar cümlesindendir. Bu vasıflara ilaveten daha bir çok güzel vasfı da üzerinde taşıyan Fahr-i Kâinât (s.a.v.), efendimiz her türlü sıkıntı ve engele göğüs gererek İslâm’ı tebliğe devam etmiş ve tebliğ edip insanları davet ettiği şeyleri de öncelikle kendisi uygulamıştır. O, İslâm’ı yaymak için kapı kapı dolaşmış, davetini tekrar tekrar yinelemiş, tane tane anlatarak yakaladığı her fırsatı, bıkmadan usanmadan değerlendirmiştir.
Bu tebliğlerden birisi şöyle gerçekleşmişti. Abdullah bin Cahş (r.a.), Batn-ı Nahle Seferi’nin komutanı olarak bazı esirler almıştı. Bunların içinde Hakem bin Keysan da vardı. Fahr-i Âlem Efendimiz adeti olduğu üzere Hakem’i öncelikle İslâm’a dâvet etti. İslâm’ı bütün yönleri ile uzun uzun anlattı. Şüphelerini yok etmek için tekrar tekrar izah etti. Efendimiz’in onun Müslüman olması için bu kadar gayret sarf etmesine rağmen Hakem bir türlü tasdik edip kelime-i şehadet getirmiyordu. Bu durumu görüp öfkelenen Hz. Ömer (r.a.) : – Yâ Resûlallâh! Bununla ne diye bu kadar konuşup vakit harcıyorsun. Bu Müslüman olmaz! Müsâade et,ben bunun boynunu vurayım da cehenneme gitsin, dediyse de Efendimiz O’na müsaade etmeyerek Hakem’e İslâm’ı tebliğ etmeye devâm etti. Hazreti peygamberin bu çabası ve Hz. Ömer’le arasındaki konuşmaya şahit olan Hakem bir ara dikkatini toplayarak: Peygamber Efendimize – İslâm nedir? diye sordu. Resûl-i Ekrem Efendimiz: “– Allâh’a hiçbir şeyi ortak koşmaksızın ibâdet etmen ve Muhammed’in de O’nun kulu ve Resûlü olduğuna şehâdet getirmendir!” buyurdu. Hakem:– Müslüman oldum, dedi ve Kelime-i Şehadet getirdi. Bunun üzerine Allâh Resûlü ashâbına dönerek: “– Eğer ben, biraz önce size uysaydım, o şimdi cehenneme gitmişti!” buyurdu. (İbn-i Sa’d, IV, 137-138; Vâkıdî, I, 15-16) O, yapmadığını asla söylemez, söylediğini ise mutlaka yapardı. Zira tebliğ ve irşat faaliyetinde en önemli husus da bu olsa gerektir. Aksi takdirde muhatabın; “niçin yapmadığını söylüyorsun?” itirazı ile karşılaşılır. Nitekim Kur’an-ı Kerimde Yüce Rabbimiz bizlere şu uyarıyı yapmıştır: “ Ey iman edenler, yapmadığınız/yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz? (Saf, 61/2) Bu uyarıyı bizlere tebliğ eden Peygamber efendimizin huzurunda gerçekleşen bir olay bizlere şu şekilde nakledilmiştir. Abdullah b. Amr (r.a.) anlatıyor: “Ben küçüktüm, Peygamberimizin evimizde bulunduğu bir günde, annem beni: “Gel sana bir şey vereceğim” diye çağırdı. Peygamberimiz anneme: “Çocuğa ne vermek istedin?” diye sordu. Annem: “Hurma vereceğim.” dedi. Bunun üzerine Peygamberimiz: “Eğer (çocuğu aldatıp ona) bir şey vermeseydin, sana bir yalan günahı yazılırdı.” buyurdu. (Ebu Davud, Edep, 88, 4339) O (s.a.v.), bizlere yaşayarak eğitip öğretmeyi yani irşad etmeyi “bir çocuğu ham hurma yerken görüp kibarca uyararak(İbn-i Mace, Ticaret, 67), bir başka çocuğu yemeği sol eliyle yerken görüp sağ elle yemesini talim ederek bir başkasına önünden yemeyi tavsiye ederek ( Buhârî, Et'ıme, 2) fiilen göstermiş yani irşad dilini en kibar ve öğretici bir şekilde kullanarak örnek olmuştur. Huzurunda kendisinden çekinerek titreyen bir kişiye: “Arkadaş titreme! Ben kral değilim. Ben de senin gibi kurutulmuş et yiyen bir kadının çocuğuyum..." (İbn Mâce, Et'ime, 30/3437) demek suretiyle tevazu ve eşitlik dilinin en güzel örneğini sergilemiştir.
Bütün bu örnekler göstermektedir ki, bugün bizim içinde sahip olduğumuz hakikatleri başkalarına ulaştırmada şu sıralamayı takip etmek elzem hale gelmiştir. Öncelikle vahiy, tecrübe veya beş duyu organımız yoluyla ulaştığımız doğru bilgileri kabul edip içselleştirerek benimseme ki bu basamak hakikat/doğrular için inanç veya kabul basamağıdır. Akabinde tatbik ederek doğrularımızı öncelikle kendimiz amele/davranışa dökerek uygulamadır burası da irşad basamağıdır.. Son olarak da bu hakikatleri sözlü olarak başkalarına tebliğ ederek duyurmadır ki bu basamakta tebliğ boyutudur. Ancak bu usul takip edilerek yukarıda yapılan “yapmadığımız şeyleri söyleme” uyarısının sorumluluğundan kurtulabiliriz. Bu vesile ile bu akşam hep beraber idrak edeceğimiz Mevlid Kandilinizi tebrik eder, Şehrimiz, ülkemiz, Alemi-i islam ve insanlığa huzur ve saadet getirmesini niyaz ederim. Camilerimizin huzur ortamında buluşmak dileğiyle.