Israrla iyiye güzele çağrı

Peygamberlerin en temel görevi tebliğ yani yaratan ile yaratılan arasındaki iletişime aracılık etmektir. Bu aynı zamanda doğruya, gerçeğe ve fıtrata uygun olana davettir. Peygamberler de bu görevlerini kolaylaştıran ve destekleyici başka sıfatlarda bulunmaktadır. Bunlar da doğruluk, emin olmak, günahtan korunmuş olmak ve akıllı olmak gibi özelliklerdir. Bu eşsiz vasıfları ile tüm peygamberler gönderildikleri kavimlerini hakka, hakikate ve tevhid inancına davet etmişlerdir. İnsanları çağırdıkları şeyleri öncelikle kendileri uygulayarak örnek olmuşlar, bıkmadan usanmadan tekrar tekrar tebliğe devam etmişlerdir. Bu vazifelerini ifa ederken kavimleri içindeki azgın, sapkın ve yoldan çıkmışların her türlü eza, cefa, eziyet ve iftiralarına da sabır ile mukabele etmişler asla yollarından sapmamışlardır.
Bu eziyetlere en fazla maruz kalıp sabreden ve yine de davetinden vazgeçmeyenlerin başında da Peygamber Efendimiz(s.a.v) gelmektedir. O son, tamamlanmış ve en mükemmel din olan İslâm’ı yaymak için, ümidini yitirmeden ve hiç bir kimseyi dışlamadan kapı kapı dolaşmış, davetini tekrar tekrar adeta kilitlenmiş kalplere ulaştırabilmek için çaba sarf etmiş, bıkmadan ve usanmadan tebliğ faaliyetini sürdürmüştür. O’nun ısrarlı davetlerinden birisi şöyle gerçekleşmiştir. Mikdat bin. Amr anlatıyor: Ben Hakem bin Keysan’ı esir aldım. Komutanımız onu öldürmek istedi. Ben ona dedim ki: O’nu öldürme! Rasulullah‘a götürelim. O da kabul etti ve böylece O’nu Rasulullah’a götürdük. Rasulullah durmadan O’nu İslama davet etti. Fakat bu durum biraz uzamıştı. Hakem bir türlü iman etmiyordu. Rasulullahta ısrarla davetine devam ediyordu. Bir ara Ömer (r.a.) : – Yâ Resûlallâh! bununla ne diye bu kadar uğraşıp vakit harcıyorsun. Bu asla Müslüman olmaz! Müsâade et, ben bunun boynunu vurayım da cehennemi boylasın dedi. Efendimiz O’na müsaade etmeyerek sessiz kaldı ve Hakem’e İslâm’ı tebliğ etmeye devâm etti. Hazreti peygamberin bu çabası ve Hz. Ömer’le arasındaki konuşmaya şahit olan Hakem bir ara dikkatini toplayıp Peygamber Efendimize – İslâm nedir? diye sordu. Resûl-i Ekrem Efendimiz ona: “– Allâh’a hiçbir şeyi ortak koşmaksızın Onun var ve bir olduğuna ve Muhammed’in de O’nun kulu ve Resûlü olduğuna şehâdet getirmendir!” buyurdu. Hakem Müslüman oldum, dedi ve akabinde Kelime-i Şehadet getirdi. Bunun üzerine Allâh Resûlü ashâbına dönerek: “– Eğer ben, biraz önce size uymuş olsaydım, cehenneme giderdim” buyurdu. Bu duruma şahitlik eden Hz Ömer Rasulullah her şeyi benden daha iyi bildiği halde ona nasıl muhalefet ettim diye pişmanlık duydu ve şöyle dedi: Maksadım yalnızca Allah”a ve onun Rasulüne hizmet etmekti. İlerleyen zamanlarda Hz .Ömer Hakemle ilgili şöyle demiştir: Andolsun Hakem iyi bir Müslüman oldu. Allah yolunda Cihat etti ve Bi’ri Maune de şehit düştü.(İbn-i Sa’d, IV, 137-138; Vâkıdî, I, 15-16) Bir diğer örneği Abdullah b. Amr (r.a.) şöyle anlatmıştır: “Ben küçüktüm, Peygamberimizin evimizde bulunduğu bir gün annem: “Gel sana bir şey vereceğim” diye beni çağırdı. Peygamberimiz anneme: “Çocuğa ne vermek istedin?” diye sordu. Annem: “Hurma vereceğim.” dedi. Bunun üzerine Peygamberimiz: “Eğer çocuğa bir şey vermeseydin, sana bir yalan günahı yazılırdı.” buyurdu. (Ebu Davud, Edep, 88, 4339) Bu davranışı ile O yalanın en hafifine bile kapıları kapatmıştı. Ve yine huzurunda kendisinden çekinerek endişe duyan kişiye de: “Arkadaş korkma! Ben kral değilim. Ben de senin gibi kurutulmuş et ekmek yiyen bir kadının çocuğuyum..." (İbn Mâce, Et'ime, 30/3437) demek suretiyle tevazu ve eşitlik dilinin en güzel örneklerinden birisini sergilemişti.
Bu tebliğ ve davet örnekleri göstermektedir ki, günümüzde çocuklarımız ve yakın çevremiz başta olmak üzere mahallemiz, sokağımız, iş yerimiz ve diğer sosyal ortamlarda görüp şahitlik ettiğimiz olumsuz ve çirkin durumlara peygamberi bir metotla bıkmadan usanmadan uyarmaktır. Öncelikle vahiy, tecrübe veya beş duyu organımız yoluyla ulaştığımız doğru bilgileri kabul edip içselleştirerek benimseme ki bu basamak hakikat/doğrular için inanç veya kabul basamağıdır. Akabinde tatbik ederek doğrularımızı öncelikle kendimiz amele/davranışa dökerek uygulamadır burası da irşad basamağıdır.