İzleyici Olabilmek

Çağın gelişen teknolojik yapısı insanlarda yeni alışkanlıklar, yeni tutkular, yeni uğraş alanları oluşturmaktadır. Buna karşı koyma imkânı olmadığı gibi genel manada kimse de durumdan rahatsız gözükmemektedir.

Radyo, televizyon ve sosyal medyanın yoğun kullanım döneminden öncesi önemli meşguliyetleri olmayan kişilerin köy odalarında veya kahve köşelerinde yapılan sohbetler, duvar diplerinde yapılan dedikodular günümüzde teknoloji sayesinde evlerin başköşesinde yapılır hâle gelmiştir. Ancak bir farkla: Bahsedilen ortamlarda aktif olan kişi, yeni durumda pasif haldedir. Başkalarını dinlemekle yetinmekte olmasından dolayı tatmin olamamaktadır.

Fırsatı değerlendirmede geç kalmayan televizyon kanalları insanları etkilemenin bin bir çeşit yol ve yöntem denemekte mahirdirler. Her geçen gün sayıları artan televizyon kanalları, ayakta kalabilmek için yeni programlarla daha fazla seyirciyi kendi kanalı karşısında toplamanın gayreti içerisindedir.

Bir hizmet olarak ortaya çıkan televizyon kanalları, gelir getiren bir işletme halini alınca kendi geleceği için üzerine düşeni yapmak durumunda. Önemli olan seyirci tarafında olan insanların takınacağı tavırdır. Kişiyi bireysel ilgi ve uğraş alanlarından uzaklaştırmadan, hayatın akışı içinde yaşantısına engel teşkil etmediği müddetçe hiçbir sakıncası yoktur. O teraziyi tutacak olan kişinin bizzat kendisidir. Seçici olmayı bilmekle birlikte zamanının ne kadarını ona ayıracağını ayarlamak gibi bir yükümlülüğünün olduğunun bilincinde olmalıdır.

“Ne izlediğini söyle bana, kim olduğunu söyleyeyim sana.” noktasında olunduğunu akıldan çıkarmamak gerekir. İnsanın meyli, sosyal ve psikolojik yapısının aynasıdır. İlgi alanları farkında olmadan kişiliğini ele verir. Burada kişinin, sosyal statüsü, tahsili, yaşı önem arz etmez. Otomatikman meylinin gereğini yapacaktır.

Televizyonlardaki akşamları yapılan tartışma programları izleyicileri kutuplaştırmak için ellerinden geleni- pardon, dillerinden geleni demem gerekirdi- yapmaktan geri durmamaktadırlar.

Daha çok kadınlara yönelik yapılan gündüz programları, kişileri rahatlıkla ele vermektedir. Güzellik, giyim, yemek yapma ve benzeri yarışma programları kişiliklerin, alınacak ödüller uğruna yere serildiği programlar haline dönüşmüştür. Doğru olanı görmek ve yapılanı amacına uygun olup olmadığını değerlendirmek yerine rakibi/rakipleri kötü gösterme çabaları insanlığın menfaat uğruna ne hale düştüğünü ibreti âlem sergilemektedir.

Ülke nüfusunun artması, aynı bina içine onlarca hatta yüzlerce kişinin sıkışmasına rağmen insanlık git gide yalnızlaşmaktadır. Şehirlerin büyümesi ve apartman hayatının içine sıkışmış olan insanlar, yalnızlıklarından kurtulmak için cam levhanın karşısına mahkûm olmaktadırlar.

Seçilen programlar genellikle birilerinin tavsiyesi veya medyanın yansıtma şekliyle tercih edildiği görülmektedir. Başkaları beğendiyse iyidir, hakkında çok konuşuluyorsa onda mutlaka bir şey vardır düşüncesi her zaman öne geçmektedir. Bunun yanında hangi televizyonda yayınlandığı ya da rol alan sanatçıların kamuoyundaki yansıması tercih sebebi olmaktadır. Ülkede kanalların dahi toplumu gruplara ayırdığı ilginç durumdur. Yayınlanan programların içeriği, ortaya konan sanat eserlerinin kalitesi veya oyuncuların performansları irdelenmeden kabul ya da ret edilebilmektedir.

İnsan, ideallerinin gerçekleşmesi yönünde düşüncelerini çekinmeden ortaya koymaya devam edebilmesi onun özgürlük alanıdır. Bunu yaparken eleştirilerini ve doğru bildiklerini çekinmeden ortaya koyar, beğenilerini belirtmekten çekinmez. Kaliteli bir eseri oyuncuların özel hayatlarına bakarak değerlendirmek yerine ortaya konan sanat eserinin kalitesine ve toplumun değer yargılarına uygunluğunu önemser.

Televizyonlarda yayınlanmaya devam eden onlarca dizi var. Ne yazık ki, bunlar arasında kurgusu ve sanatsal değeri ile kültürel yapımıza uygun olanını bulmak çok zor. Az da olsa takdire şayan yapıtlar olduğu gibi reyting kaygısıyla ortaya konan ve insanların duygularını sömürmek ve ahlak, değerleri altüst etmekten başka bir etkisi olmayan çalışmalarda çoğunluktadır.

Sanat alanından ekonomik değer elde edilmesi, onun yaygınlaşması ve geniş kitlelere yayılması yönünden ne kadar yararlı ise; çok kazanma uğruna aile yapısını olumsuz yönde etkilemesi, çocukların ve gençlerin toplumsal değerlere ters yönde davranışlar kazanmalarına sebep olması o derece sakıncalı hale gelmektedir. Toplumun değerlerine zarar vermeden kaliteli eserler ortaya koyabilen sanatseverlere selam olsun…

ÖRSELENEN HAYATLAR

“Hans öğretmenimiz ders esnasında yere yığıldı kaldı. Ne oldu, nasıl oldu bilmiyoruz. Hareketsiz kalmasından dolayı daha çok korktuk. Ölmemiştir, bir şey olmamıştır değil mi öğretmenim?” dedi.

Babanın: “Beni asıl yıkan meseleyi bir türlü kabullenemiyorum. Hiç ummadığım bir kişi yüzünden başıma bunların gelmiş olmasını içime sindiremiyorum. Bu kahır beni ne kadar yaşatır bilemem!” diye sızlanışı hala kulaklarımda.

Önce beni tanımakta zorlandı. Ne de olsa büyümüş gelişmiştim. Kendimi tanıttım. “Gel yeğenim. Otur yanıma.” dedi ancak sesi o bildiğim, kulaklarımdan hiç çıkmayan babacan ses değildi. İstedim ki; “Lafilazım..” diye söze başlasın tatlı ve insanın gönlünü okşayan anlatımıyla şehir yaşantısından bahsetsin.