“Kibir, insanın dindarlığını bozar”

Şerefli ve asil olan kişi, kuvvetli olunca, tevâzu yapar. Düşük ve bayağı olan ise, kibirli olur...
Ömer el-Bağdâdî hazretleri Bağdat’ta yetişen Hanefî mezhebi fıkıh âlimlerinden ve tasavvuf büyüklerindendir. Tasavvufta Kâdiriyye yoluna mensûb idi. 1155 (m. 1742)’de Bağdat’ta doğdu. 1194 (m. 1780)’de Şam’da vefât etti. Sohbetlerinde tasavvuf büyüklerinin kıymetli sözlerini anlatırdı. Buyurdu ki: Yahyâ bin Hayyan dedi ki: “Şerefli ve asil olan kişi, kuvvetli olunca, tevâzu (alçak gönüllülük) yapar. Düşük ve bayağı olan ise, kibirli olur.” Hakîmlerden bazısı: “Topraktan yaratılan insanda kibir nasıl bulunur” demişlerdir. Mahmûd el-Verrâk: “Kibir, insanın dindarlığını bozar. Aklını noksanlaştırır. İnsanların kınama ve kızgınlığını çeker. Güleryüz, güleryüz göstermeden verilen bağıştan daha güzeldir” demiştir. Denilmiştir ki: “Her hastalığın bir ilâcı vardır, tedâvisi mümkündür. Fakat ahmaklığın tedâvisi zordur. Bu hastalık, tabipleri bile yordu.” Ebû Atâhiyye dedi ki: “Ahmakla beraber olmaktan sakın. Çünkü ahmak, yamalı elbise gibidir. Bir tarafını yama yaparsan, yine rüzgârla bir tarafından yırtılıp, sonunda parçalanır.” İbn-i Semmak, Îsâ bin Musa’ya “Makam ve mevki sahibi iken tevâzu göstermek, makam ve mevki sebebiyle kazandığı şereften daha yüksek bir şereftir” demiştir. Hakîmler (hikmet sahibi kimseler) dediler ki: “Yumuşaklıkla, şiddet ve sertlikle elde edilemeyecek şeylere kavuşulur. Görülmüyor mu ki, su, yumuşak olmasına rağmen, çok sert taşları aşındırmaktadır.” İbn-i Ömer, Tevrat’ta şöyle yazılı olduğunu bildirdi: “Hayâ etmezsen (utanmazsan) istediğini yap.” Kendisi de şöyle dedi:
“Hayâ edilecek zâtlarla beraber olmak sûretiyle, hayâyı ihyâ ediniz” Abdullah bin Muhammed, bir arkadaşının şöyle anlattığını nakletti:
“Kaybettiğim bir eşyamı aramaya çıkmıştım. Bir kabrin yanında iken, akşam namazı vakti girdi O kabrin yakınında bir yerde akşam namazını kıldım. Namaz kıldıktan, sonra, o kabirden bir inilti geldiğini duydum. Kabre yaklaştığımda, o iniltinin; ‘Ah ne olaydı, dünyâda iken orucumu tutup, namazımı kılaydım’ dediğini duydum. Bu bana çok tesir etti. Orada bulunan birini çağırdığımda, o da benim duyduğum gibi duydu. Sonra evime gittim. Ertesi gün akşam vakti tekrar buraya geldiğimde, o kabirden aynı sözleri duydum. Evime dönünce, bu olayın tesirinden iki ay kadar hasta yattım...”
Kadınlarımız...
Kadınlar çiçektir. Kadınlar doğuştan naziktirler. Ben hayalimde şöyle kadın isterim. Erkek akşam eve gelir. Kimi masada kimi de esnaf olarak çalışır. İnsanlarla mücadele etmek zordur. Çünkü insanlara bilmediği konuyu anlatmak için mücadele gerek. Masada oturanda, esnaflık yapanda, evine akşam olunca gelir, bedenen ve zihnen yorgun. Eve girince, herif şunu niye almadın diye yüzüne atılırsan, bu herif sana nasıl davranır. Tahmin ediyorum. Öyle hanımefendiler tanıyorum ki, 40 yıl geçmiş daha azar işitmemiş. Nasıl başarmış, biliyor musunuz?
İşte şöyle başarmış. Akşam eve gelen erkeğine zili çalarken, hemen koşup kapısını açar, hoşgeldin diye yanağına bir buse kondurur. Kocası içeriye oturduğunda günün nasıl geçti diye sorar. Bugün senin sevdiğin yemeği yaptım diye gönlünü alır. Yanına oturur ve günün nasıl geçti diye sorar.
Ben sofrayı hazırlarken, sende elini, yüzünü yıka, ferahlarsın diye onun gönlünü alırsın, sonra yemeğini hazırlarsın. Onunla yemeğe oturursun, yemeği onunla yersin. Sonra çay, kahve içiyorsa ikram yaparsın. Ondan sonra eğer o erkek sana elini kaldırırsa, bu kadar ikrama karşı, her dediğine evet diyen hanımefendiye elini kaldıran insan değildir. Ama hürmette kusur olursa, ondan sonra bir kusun, iki kusur, üç kusur erkeklerde melek değil elbette. Benim ebem vardı. Şöyle söylerdi:
Erkeğin eline değneği kadın verir. Erkeğin elinden değneği kadın alır. Güler yüzle, tatlı dille derdi, Bir de derdi ki: Kadın var arpa unundan aş eder. Kadın var kendi kendine gözlerini yaş eder.