(Şimdi denilebilir ki; “Gelmiş geçmiş ve pek çoğu unutulmuş bu konuları neden dile getiriyorsunuz, ne faydası var.” Denilebilir. Belki de haklısınız, “yaklaşık 45 sene önce meydana gelmiş durumları anlatmanın ne gibi bir faydası vardır” diye de düşünülebilir. Fakat bu yazıları yazmaya başladığımda belirttim. Bizden önce yaşayanlar yaşadıkları dönemi ve yaşadıklarını yazanlar elbette vardır. Fakat daha çok kişi daha çok yazmış olsalardı, bu gün okuduğumuz tarihler belki de başka türlü olurdu. Çok daha eski zamanlara gittiğimiz zaman için de durum aynıdır. Tarihin derinliklerinden beri bize gelen pek çok kayıt olmasına rağmen bu kayıtların daha çok olmasının ne mahsuru vardı.)
(Bir de şu durum var ki, bizden sonra gelen ve gelecek olan genç nesilden belki bazıları merak eder “Yozgat’ta Milliyetçi Hareket nasıl doğdu, nasıl gelişti, ne gibi devrelerden zorluklardan geçti. O günlerde yönetici olanlar, dernekte aktif olarak görev yapanların haleti ruhiyeleri nelerdi. Hangi zorlukları aştılar, hangi fikri boşluklardan geçtiler, neleri öğrendiler, neleri okudular gibi konuların tarihi bir kaydının olması gerekmez mi?)
“Ülkücülük hakkında tek kitap okumamış, tek seminere katılmamış, en azından liderimizin kitaplarını okumamış kişiler kalkar “benim bildiğim Ülkücülük şudur-budur, şöyle olmaz” diyerek ahkâm biçer. Kendisine yapılan haksızlıklardan bahseder. Diğer Ülkücülerin kendisine yardım etmediklerinden yakınır.”
(Arkadaşlar kendilerini ülkücü olarak görmeye başladıktan sonra arada bir derneğe gelir giderler, orada yapılan sohbetlerden faydalanmaya çalışırlardı. Tabi bu durum herkes için geçerli değildi, bazıları da rastgele gelir giderler ve çoğu zaman da gelmezler, çeşitli kahve köşelerinde oradan buradan duydukları ile milliyetçilik yaparlardı. Tabi netice itibariyle bu gibi arkadaşlar, herhangi bir konu açıldığında veya bir dernek meselesi konuşulduğunda sözlerine bazen ”benim bildiğim Ülkücülük, benim bildiğim milliyetçilik” cümlelerini kurarlardı, söze öyle başlarlardı. O kendilerine göre bildikleri Milliyetçilik ve Ülkücülük nedir, nasıldır pek bilme imkânı yoktu, ama diyebiliriz ki sohbet sırasında karşısında bulunan kişiyi hizaya getirmek ve ona galebe çalmak için söylenmiş cümleler gibi gelirdi.)
(Tabi bütün bunlar yeteri kadar kitap dergi okumamış olmaktan veya sohbetlere katılmamış olmaktan ileri geliyordu.)
“Sorulduğuna “falanca bizdendir, iyidir, samimidir” denilir. Fakat o kişiye dergi satamayız, aidat alamayız. Bizdendir derken, acaba ne kastediliyor bilinmez. Ölçü nedir? Hangi kalıplardan geçirilerek bizdendir denir bilinmez. Çoğumuz kitap okumadığı, yayınlarımızı takip etmediği için. Kendi kafasına göre bir Ülkücülük uydurmuştur. “Bizdendir” deniverir. “İyidir” deniverir. Dolayısı ile türlü anlayışta-düşüncede-ölçüde Ülkücüler türemeye başlar.
(Bu “bizdendir” konusu hep kafamı hem karıştırmış hem de çok meşgul etmiştir. Nasıl bir duygudur bilinmez, herhangi birine “bizden” demek ve ona gerektiğinde güvenip bel bağlamak. O “bizden” dediğimiz kişiye her konuda açılmak ve belki de başkalarının bilmesi gerekmeyen konularda konuşmak sohbet etmek. Bu durum bana hep tuhaf gelmiştir. Bir kişinin “bizden” olması ne demekti. Bu durum bence çok izah gerektiren bir durumdu. Dernekte veya başka bir toplulukta yeni tanıştırılan birisi için “bizden” demek ne kadar afakî bir durumdu. O kişinin “bizden” olmasının bir takım şartları olmalıydı. O kişi bizden olduğunu çalışmaları ile derneğe gelip gitmeleriyle, yapılan faaliyetlere katılmalarıyla, verilen görevleri yerine getirmeleriyle ancak bizden olabilir. Biz ona ancak bir zaman geçtikten sonra “bizden” diyebilirdik. Fakat arkadaşlar arasında durum böyle değildi. Bizden denilerek hemen bağrımıza basıyorduk. Bu yanlış bir tutumdu. Yozgat’a tayin edilen bir takım memur ve Öğretmenler için de durum böyleydi. İlimize atanan bir öğretmen bazen derneğe gelerek kendisini tanıtıyor, bazen de bir referans gösteriyordu. O zaman o kişiye de hemen “bizden” demek ne kadar doğru bir davranıştı bilinmezdi.)
Ve bakarsınız münakaşa esnasında veya tesadüfen, arkadaşın Bozkurt amblemine karşı olduğunu görürsünüz. Sadece Türkçü olduğumuzu, İslamiyet’le alakamız olmadığını söylediğine şahit olursunuz. Ülkücülük iyi iyi ama falanca kötü, filanca şöyle, kağıt oynamakta ne mahsur var, caz ile gece yapmakta Ülkücülük adına ne mahsur var. Yılbaşı yapmakta artık Ülkücülüğün neresine sığdırılıyorsa şaşarsınız. Bize gerici denmesin diye kızlar, kızlarla dans ettirilir. Bu da Ülkücülüktür. Gece yapılır, içkili gelinir, beleş girilmek istenir, AP’li aday sahneye çıkartılır her türlü rezalet yapılır hep Ülkücülük adınadır.”
(1976 Yılında Yozgat’ta Eğitim Enstitüsünün açılmış olması nedeniyle okulda önemli bir yığılma meydana gelmişti. Okula girmek isteyen veya her hangi bir yolla giren herkes “bizdendi”. Bu kadar kalabalık bir topluluğu idare etmek, eğitmek, teşkilatlandırmak, teşkilatımıza bağlamak pek kolay olmayan bir durumdu. Herkes bizden görünüyordu, fakat kim kimdir, kim davayı temsil etme kabiliyetine sahip pek bilemiyorduk. Bir de Eğitim Enstitüsüne girmiş olmanın ve çok kalabalık bir arkadaş ortamının meydana gelmesi nedeniyle, arkadaşlıklar, dostluklar daha da gelişiyordu. Bu arkadaşlıklar, arkadaşlıktan öte bir Ülküdaşlığa dönüştürülmeliydi ama nasıl olacaktı. Tabi bütün bunlar bizi düşündüren şeylerdi ve bütün bu gibi konulara da kafa yorup çözmemiz gerekiyordu.)
Not: Konuya devam edeceğiz.