Çamlık gazetesinde yazma fikri beni çok heyecanlandırdı. Yazmak, yaşadıklarını ya da gördüklerini kaleme almak insanı iki kere daha düşündürüyor. Yazmak konuşmak gibi değil. Yazmak, insanın kendi içine doğru yapmış olduğu bir yolculuk aynı zamanda…
Çamlık Gazetesi Yazı İşleri Müdürü Tarık Bey beni cesaretlendirdi. Çamlık gazetesinde hafta da bir gün yazmak istediğim konularda yazabileceğimi söyledi. Evet korkularım var ama hayatım boyunca korktuğum her şeyi merak ettim. Ve bu merak beni her zaman motive etti. Üzerine gittiğim her korku, yüzleştiğimde çok basit, baş edilebilir bir şeye dönüştü. Ve bunların her biri bana tecrübe etmeyi ve öğrenmeyi getirdi. Öğrendikçe bu korkuların aslında bizleri denetleyen ve kontrolleri altına almaya çalışan şeyler olduğunu fark ettim. Peki bu korkuları bizlerin beynine, yüreğine, davranışına gizlice koyan kimlerdi. Evet yaşadığımız içinde bulunduğumuz toplum…
Kadın ve erkek olarak nasıl olmamız gerektiğini farkında olarak ya da olmayarak öğrendik. Hangi toplumda yaşarsak yaşayalım her toplum kendi değerlerini inançlarını ve davranış kalıplarını bize öğretir. Ve öğrendiğimiz şeyler bize toplumda roller belirler. Kadınlar ve erkekler olarak…
Anne ve babamızı doğduğumuz evi doğduğumuz toplumu bizler seçemeyiz. Kendimizi fark edene kadar bize anlatılan ve bize yaşatılanlar bizim doğrularımız olur. Biyolojik olarak Kadın ve Erkek cinsiyeti ile doğar ama toplumsal değerler ve inançlarla şekilleniriz. Su gibi bulunduğumuz kabın şeklini alırız.
Peki kendimizi fark etmek dediğimiz şey nedir?
Ben size biraz kendimden örnek vermek isterim. Yozgat’ın Sorgun ilçesine bağlı Bahadın Kasabasında doğdum. Lise 1 e kadar kasabada yaşadım. Hayatın oradan ibaret olduğunu düşünüyordum. Oradan başka yerde yaşayamam, ailemden ayrılamam, oranın suyu dışında hiçbir yerde su içemem diyordum. 1989 yılıydı. Ablam hemşire olmuş aynı zamanda Gazi Üniversitesini kazanmıştı. Babam aynı yıl Ankara’dan ev almıştı. Yani kader ağlarını örüyordu…
Ablam bana benim de Ankara ya gitmem gerektiğini söylediğinde çok korkmuş ve heyecanlanmıştım.
Karar verilmişti. Hatırlıyorum bir kamyon tutulmuştu. Yatak ve yorganların üzerine de bizler oturtulmuştuk. Hayatımda ilk defa kasabamın dışında bir yerde yaşayacaktım. Şehrin ışıklarını görünmeye başlamıştı. Yorganın altından kafamızı uzatıyor rüzgara rağmen izlemeye devam ediyorduk. Işıklar çok güzel görünüyordu. Ama Şehir çok büyük ve ürpertici idi.
Artık Ankara da idik. Gerçekten su içemiyordum. Bana hep hazır su alıyorlardı. Bu bir yıl sürdü. Annem köyden bizi ziyarete geldiğinde onunla gitmek istiyor. Bir hafta ağlıyor ve kendime gelemiyordum. Uzun saçlı sırtında kocaman beliği olan sessiz bir kız çocuğuydum. Otobüse nasıl binilir, insanların yüzüne nasıl bakılır, onlara bilmediğin yerler nasıl sorulur, alışveriş nasıl yapılır hiçbir fikrim yoktu. Yalnızdım ve korkuyordum.
Hatta öyle ki okula ilk gittiğimde beni o kadar saf ve salak görmüşlerdi ki yıllarca sınıfta kalmış öğrencilerden birkaçı bana öğretmenim olduklarını söylemişlerdi. Tabii ki ben de inandım. Ta ki gerçek öğretmen sınıfa girene kadar…
Yalnızdım ve annem babam yanımda yoktu. Ablam ve erkek kardeşimle kalıyordum. Ama üçümüzde aynı durumdaydık. Burası neresiydi? Ve bizler gerçekte kimlerdik?
Al sana yüzlerce korkulacak şey…
Sana öğretilenlerin hiçbirinin geçerli olmadığı bir hayat…
Her şeyi sil baştan öğrenmek zorundasın. Evet öğrendim. Gerekli olan bütün bedelleri ödeyerek öğrendim. Öğrendiğim her şey gücüme güç katıyor, nasıl birisi olmam gerektiğini bana öğretiyordu. Her şeyi korku ve merak karışımı bir duygu haliyle öğrenmeye başlamıştım. Bu insanda inanılmaz bir keşif duygusu yaratıyordu. Korkularımın nasıl gerçek öğrenmelere dönüştüğünü görüyordum. Korkmuyordum. Çünkü korkularımın, benim sınırlarım olduğunu fark etmiştim. Sınırlarımı zorlamakta çok farklı bir öğrenme hazzı veriyordu bana… Öğrendiğim her yeni şey beni güçlendiriyordu. Kendimi ve yapabileceklerimi çok daha fazla merak ediyordum.
Korkular, korkmadığınızda ve üzerine gittiğinizde kaybolurlar…