Medeniyet inşa edici olarak aile

Muhteşem potansiyellerle dünyaya gelsek de, bizi gerçek manada insan yapan her şeyi eğitim, öğretim ve terbiye yoluyla elde ederiz. Dili, düşünceyi, kültürü, ilmi, ahlâkı, örfü, adeti ve sanatı. Bunun ilk beşiği de ailedir. İnsan yavrusunun doğarken getirdiği 3-5 refleks dışındaki tüm davranışları öğrenme yoluyla şekillenmektedir. İnsanın bu tamamlanmamışlığı aynı zamanda onun büyüklüğünü, üstünlüğünü, özgürlüğünü, eşref-i mahlûkat mertebesini de teşkil eder. Çünkü bu sayede, sahip olduğu ilâhî cevhere, insanî öze yani onu insan yapan tarafına açılım sağlamaktadır.

Öte yandan bu tamamlanmamışlığı onu yıllar boyunca korunma, bakım, eğitilme ve yetiştirilme gibi sebeplerle sıcak bir aile ortamına gereksinim duydurur. Aile bu rolünü, öncelikli olarak sevgi ve merhametle gerçekleştirecektir. Zira insanın, insanı tanımasını ve sevmesini sağlayan tek araç ailedir. Yetişkin ya da çocuk, her ferdin kendini özel ve biricik, yeri doldurulmaz bir varlık olarak keşfetmesini sağlayan, dünyadaki tek fırsattır aile. Diğer yönden aile, toplumun en özerk, en kendi kendini yöneten, ideolojik dayatmalara en çok direnç gösterebilen kurumudur. Bu korumalı ortam başta din olmak üzere belli bir kültür ve medeniyetin temel kodlarının yeniden üretildiği ve genç kuşaklara aktarıldığı alandır. Kültür ve medeniyetin belirleyici kodlarını teşkil eden temel anlam sistemleri ve değer sistemleri, yani temel inanç sistemleriyle, hayata yön verecek birincil kodlar ve idealler, aile içinde benimsenen en özel kimlik ögeleridir. Gerçek şu ki, din, kültür, medeniyet, ideoloji, güç ve iktidar ilişkileri, cinsiyet rolleri ailede üretilir ve öğrenilir. İyilik de kötülük de şiddet de adalet de aile eğitimi sürecinde kazanılan vasıflardır.

Ana baba davranış, yaklaşım ve tutumlarının, gelişim üzerindeki çok yönlü etkileri tartışılmaz niteliktedir. Gerçek şu ki, akademik zekâ, hayat başarısının, zenginliğin ya da mutluluğun bir garantisi olmadığı halde, ailelerimiz, okullarımız ve modern kültür, akademik becerilere takılıp kalmış durumdadır. Bu durum çocukların duygusal ve sosyal yeteneklerinin zayıf kalmasına sebep olmakta özveri, yardımseverlik, merhamet gibi duygulardan mahrum bir nesil ortaya çıkarmaktadır. Oysaki gitgide artan sayıdaki bulgular, hayattaki ahlâkî tavrın, temeldeki duygusal yeteneklerin ürünü olduğunu ortaya koymaktadır. Aynı şekilde fedakârlığın temelinde empati, yani başkalarının hissettiklerini anlama yeteneği yatar. Başkalarının ihtiyaç ve acıları anlaşılamıyorsa ilgi, şefkat, iyilik de olmamaktadır. Mevlâna’nın, “Bilgi ve hüner sahibi olup da merhameti ve ahlâkî olgunluğu olmayan varlığın örneği şeytandır” sözündeki hikmette tam bunu ifade etmektedir. Bu sebeple çocuklarımızın duygusal eğitimini sokağa, sosyal medya araçlarına teslim etmemeliyiz. Zira bunun yıkıcı sonuçlarından bugün hepimiz şikayetçi durumdayız. Esasında iyi insanlar yetiştirmek, insanlığın geleceği için her şeyden daha önemli değil mi? Netice olarak aile ve ailedeki doğru ve sağlıklı bir eğitim, yetişkin hüviyeti kazanması uzun yılları alan çocuklarımıza bir taraftan hayata hazırlayan zihinsel, duygusal ve sosyal donanımı sağlarken diğer taraftan da medeniyetimizin pratik bir numûne ve nüvesini üretecektir.

Nitekim günümüzde insan gelişimi ile toplumsal gelişim arasındaki dinamik bağ daha iyi anlaşılmaya başlamıştır. Bu husus, bilhassa Müslüman toplumların modernleştirilmesine ilişkin müdahalelere karşı temel çıkış noktası olarak dikkate alınmalıdır. Bu açıdan bakıldığında aile, mevcut kültür ve medeniyetin gelecek kuşaklara aktarıldığı alan olduğu gibi, birlik ve beraberlik ruhunun tesis edildiği yepyeni bir medeniyetin inşa edilip hayat bulacağı bir diriliş alanı da olabilir.