Musa Serin'e teşekkürlerimle: -2

     Ziya Gökalp’in İslam dini ve imanı konusunda.
     “Benim dinim ne ümittir ne korku,
     Allah’ıma sevdiğimden taparım!...”(80)
     diyen bir şairin inancından şüphe edilebilir mi?”(80)
     Günümüzde insanlara verilen vaazlarda ve sohbetlerde “Vallahi Allah başımız taş yağdıracak” gibi sözleri sıkça duymaktayız. Buna karşılık Ziya GÖKALP “taş yağacak” gibi korkularla değil “sevgi” ile Allah’a tapıyor, varlığına, birliğine inanıyor.
     “Ziya GÖKALP’te Namık Kemal’in biraz gösterişe kaçan vatanseverliği görülmez”(66) cümlesinde gösterişten uzak samimi bir inançla vatanını sevdiği anlaşılmıyor mu? Dinde gösterişin olmadığını herkes biliyor sanırım.
     “ Ziya GÖKALP da hayatında kuvvetli hücumlara uğradı. 
     Bazıları kıskanç ve kindar türlü türlü suçlamalarda bulundular. “Dinsiz” dediler, “deli” dediler, “dalkavuk” dediler… 
     “Dinsiz” diyenler, halkın dini hissiyatını maddi menfaatlerine alet etmek isteyen “din”
 tacirleriydi; “deli” diyenler, onun yüksek düşüncelerini anlamayan budalalardı; 
“dalkavuk” diyenler, Ziya’yı kendileri gibi şahsi menfaat peşinde koşar zanneden dalkavuklardı. 
     Hâlbuki benim gibi Ziya’yı çok iyi tanıyanlar, onun ne yüksek bir “ahlak” timsali
 olduğunu pekiyi bilirler(17).
     “O yalnız “fikir adamı olarak değil, ahlaken de yüksekliği kolay anlaşılmayan bir doruk idi! Ziya GÖKALP gibi yüksek bir düşünür yetiştirmesi, Türk milletinin fikir sahasındaki hayat kudretine en inandırıcı bir delildir(17).
     Ülke içindeki olaylar karşısında: “Dostları ona kaçmasını teklif ettiler, reddetti. 
    Bir yerde saklanmasını söylediler, aldırmadı ve üniversitedeki derslerine devam etti.  
     Tutuklama yazısını gayet sakin, bir devlet resmi kâğıdı imiş gibi imzaladı. Mahcup ve çekingen
 bir çocuk tavrıyla askeri mahkeme huzuruna çıktı. Fakat kendisine mahkeme reisi Nazım Paşa’nın, “Ermeni katliamına siz fetva vermişsiniz buna ne diyeceksiniz?” sorusuna, ağır, sakin ve hayatının bütün hesabını bir tek cümlede vermek istiyormuş gibi başını
     kaldırdı ve “Milletinize iftira etmeyiniz, Türkiye’de bir Ermeni katliamı değil Türk-Ermeni kavgası vardır.  Bizi arkadan vurdular, biz de vurduk.   ”(65,66). Savunması bugünün devlet yöneticilerine ders niteliğinde değil mi? Ermenilerden özür dileyecek kadar
 haysiyetsizleşen ilim adamlarına, aydınlara ve üst bürokratlara ne demeli. 
     Ziya GÖKAL’in bu kısa  “bizi arkadan vurdular biz de vurduk” cümlesi odaların duvarlarına asılmalı. Türk çocuklarının beyinlerine nakşedilmeli.
     Ziya GÖKALP’in kızı tarafından annesi hakkında söyledikleri insanın gözlerini yaşartıyor. 
     Ağlamamak mümkün değil. “ İşte, diyorsun işte Türk kadını bu” demeden edemiyorsun. 
     Hani alışık olduğumuz üzre analar çocuklarını işten veya okuldan gelirken pencereden gözetlemesi gibi Ziya GÖKALP’in hanımı da öyle yapıyor. 
     Başını cama dayayıp kocasının yolunu gözlüyor(236).  
     Biraz gecikse çocukları hemen Ziya GÖKALP’in olabileceği yerlere gönderip haber almaya çalışıyor.
     Bir başka durum da Ziya GÖKALP’in hanımı gelin gelirken epeyce bir mal varlığıyla geliyor.
      Bu varlığın hemen hepsini hiç yüzünü ekşitmeden kocasının harcamasına müsaade ediyor. 
     Şimdi şu soruyu sormanın yeridir diye düşünüyorum. 
Soru şu: “Bugün olsa yüzünü ekşitmeden
    varlığını kocasına verebilen kaç kadın çıkar dersiniz?” Bir de Ziya GÖKALP’in yazdığı masalların büyük bir kısmını hanımı tarafından anlatılan masallar olduğunu öğrenmek Türk kadınının neler yapabileceğini gözler önüne seriyor. 
     Masalların bazılarını hanımının
 bildiği masallar olduğu gibi bazen de hanımı masal bilen kadınları konuşturup onları Ziya GÖKALP’e anlatıyor(236,237).
     Konu Ziya GÖKALP olunca sayfalar dolusu yazabiliriz. 
     Kitapta Ziya GÖKALP’in Türkçülüğü, millet anlayışı, “sen Türk değilsin” diyenlere verdiği cevap, şiirleri ve masallarından verilen mesajlar vs. uzatıp sayfalar dolusu yazı yazabiliriz ama biz sadece Diyarbakır’daki
 eğitim hayatı, Ziya GÖKALP’e atılan iftiralara “dostlarının ve tanıyanların” verdiği cevaplar ve kaybolan kitapları üzerinde düşündük biraz. 
Mutlaka ve mutlaka okunmalı."