Yozgat ağzı deyince aklıma gelen ve aklıma geldikçe güldüğüm, ayrıca enteresan bir trafik kazası sonrasında yaşanan mahcubiyeti her yönüyle ifade eden muazzam bir cümle bu...
Nasıl mı? Bankacı Ömer Şahiner, benim çocukluk arkadaşım. Bizi bilen bilir... Eskilerin tabiriyle çok hızlı bir gençlik dönemi yaşadık.
Henüz lise çağlarındayken babalarımızdan gizli gizli kaçırdığımız arabalarımızla tüm şehri 5 dakikada gezer bitirir, fark edilmesin diye de aynı yere, aynı nizami şekilde park eder, durumun anlaşılıp anlaşılamadığını ise bekleyerek öğrenirdik.
Baba arabaya binip gittiyse tamam, sıkıntı yok. Ama arabayı şöyle bir süzdükten sonra eve doğru gözlük üstünden bir bakış attıysa vay halimize!
O gün akşam yaşanacakları günümüz pedegojik anlayışına uygun olmayacağı için buradan yazmıyorum. Ama Ömer'in öyle bir anısı var ki, eminim sizler de bu anıyı öğrendiğinizde benim kadar güleceksiniz...
Bizim Ömer, ellerinden öptüğüm Necati Amcamın kırmızı Opel’ini her zamanki gibi habersizce alıp, Yozgat turuna çıkar. Opel ki Opel! Dili olsa da konuşsa Ömer’den çektiklerini. Evin önünden çıkana kadar nizami, uzaklaştıktan sonra gayrinizami sürüş teknikleri ile yola düşer.
O dönemler Ofisüstünden Eskipazar Mahallesi kadar olan Yozgat'ı gezmeye karar verir. Sarıtopraklığı geçtikten sonra Küçük Sanayi Yoluna çıkan o virajlı yolu bilirsiniz. Karşıdan kırımızı bir Torosun o virajlarda spin ata ata kendine doğru geldiğini görünce haliyle kenara çeker.
Kırımızı Toros deyip geçmeyin! Vallahi de billahi de o renk, o marka ile birleştiyse o işte bir sıkıntı vardır! Korkulması lazım! Dikkat edilmesi lazım! Hatırlarsanız o dönemde kırımızı toros ile birlikte uzak durulması gereken araçlar arasında ekmek ve tüp arabaları vardı. Ama hiçbiri önden çekişli kırmızı torosun yaoabileceklerini yapamaz! Neyse bu amca direksiyon hakimiyetini kaybedip de bizim Ömer’in park halindeki aracına kafadan selamun aleyküm der!
Ömer bu! Adam sinirlenmeye bahane arayan bir tip zaten! Araçtan bir hışımla çıkar ve aklında acaba bu kazanın anısını o adamın vücudunun neresinde bıraksam düşüncesi ile taarruza geçer!
“Dayı nööörüyon ki sen?” diye üzerine yürüdüğü esnada, yaşlıca olduğunu fark ettiği için saygıdan hafif duraksayan Ömer garip bir cevap alır! “Nörek yeğenim? Geldik gabala girdik!”
Ömer’in damarına uygun, onu sakinleştirecek, hatta gülmesine vesile olacak bu olayı bize anlattığı günü hatırlıyorum. Gülmekten gözlerimiz yaşarmıştı. Gabala girmek! Dil eski olsa da, kazaya uyarlanmış olması o dönem için ziyadesiyle inovatif!
Aidiyet duyduğumuz şehrin, kendimize yakın gördüğümüz şivesi ve ağzının kullanımı o dönemde oldukça fazla dikkatimizi çektiğinden olsa gerek, bu olay zaman zaman birbirimize hala anlattığımız güzel bir anı olarak hafızalarımızda yer tutuyor.
Aidiyet duyduğumuz şehir demişken, Çamlık Gazetesi’nde artık ben de bu köşeden sizlerle buluşmaya çalışacağım. Uzun süredir memleketimin dışında yaptığım gazeteciliğimi, verilen bu imkanla, ucundan kıyısından Yozgat’ta da sürdürme çabasında olacağım. Bu vesileyle okurlarımıza merhaba diyor, muhabbetlerimi sunuyorum.