Ocak Hatıralarım (44)

“OCAK HATIRALARIM” konusuna kaldığım yerden devam ediyorum.
Önceki (8 Kasım 2021) yazımızda neden olağanüstü genel kurul yapmamız gerektiği konusunda bilgi vermiştim. Neticede yine arkadaşlarımızla bir araya gelerek yaptığımız istişareler sonucunda 25 Ekim 1992 tarihinde genel kurul toplantımızı yaptık. Tek liste ile girdiğimiz seçimlerin sonucunda bazı arkadaşlar yönetimden ayrıldılar ve yeni bazı arkadaşlar yönetime girdiler.
Genel kurul toplantısı sonucunda yönetim kuruluna
Kenan Eroğlu, Necati Şahin, Orhan Savaş, Ahmet Kayalı, Ahmet Ateş, Kazım Aslan ve Niyazi kılıç seçilmişlerdir.
Yönetim kurulu da 28 Ekim 1992 tarihinde toplanarak kendi arasında görev dağılımı yapmışlar ve neticede
Başkan: Kenan Eroğlu
Katip: Necati Şahin
Muhasip: Orhan Savaş
Üyeliklere de; Ahmet Kayalı, Kazım Aslan, Ahmet Ateş ve Niyazi Kılıç getirilmiştir.
Genel Kurul
Konu: Olağanüstü
Konuşmacı: Kenan Eroğlu
Tarih: 25 Ekim 1992
Yer: Türk Ocakları konferans salonu
25 Ekim 1992 Olağanüstü genel kurul öncesinde yaptığım konuşmam.
““Değerli dava arkadaşlarım.
Aziz Ocaklılar.
Yapılan bu olağanüstü genel kurulumuzun, Ocağımıza ve milletimize hayırlara vesile olmasını Cenab-ı Allah’tan dileyerek sözlerime başlamak istiyorum.
Neden bu güne gelindi?
Hangi sebeplerden dolayı olağanüstü genel kurul yapıldı konuları üzerinde durmak istemiyorum.
Kısaca “çeşitli sebeplerden dolayı olağanüstü genel kurul yapıldı” denilebilir.
1911 Yılında; Milletleri için her türlü fedakârlığı göze alabilen, hayatlarını ve istikballerini bile bir nebze düşünmeden hareket edebilen bir gurup idealist genç tarafından kurulan Ocağımız ve kurucuları elbette bu günleri düşünemezlerdi.
O günün, çöken, yıkılan, dağılan, çürüyen bir imparatorluğunun enkazı arasında, yeni bir ışık, yeni bir hayat gibi doğan Türk Ocağı birçok badirelerden geçerek bu güne gelmiştir.
İstanbul’u işgal eden müstevli,
İstanbul’un üstüne kara bir bulut gibi çullanan “Tek Dişi Kalmış Canavar” ilk icraat olarak Türk Ocağı’nı kapatmıştır.
Ellerinde sandalye, masa, dergi, kitap sokak sokak kaçan o günün Ocak’lıları elbette bu günü düşünemezdi.
Onlar, O çelik iradeli, o nur yüzlü Alperenler düşünemezlerdi ki; Kurdukları bu Ocak, bir gün, uğruna canlarını verdikleri, kanlarını döktükleri, kaderde kıvançta, tasada beraber oldukları insanlar tarafından kapatılacak, kapısına mühür vurulacaktı.
Bir fikir, bir tefekkür, bir düşünce ve aydınlanma, milli şuur alma mekânı olarak değerlendirdiğimiz Ocağımız, bizi bir araya getiren, Milliyetçilik duygusunun kutsal tezgahlarda işlendiği yer olmalıdır.
Orada; Düşünen, tartışan, soran, sorgulayan ve milletimizin dertleriyle dertlenen, sevinçleriyle neşelenen insanlar bir arada bulunmalıdır.
Orası kutsal bir mabet gibidir.
1911 Yılında kurulan Ocağımızdan;
Ziya Gökalp’lar
Mehmet Emin Yurdakul’lar
Yusuf Akçura’lar
H. Suphi Tanrıöver’ler
Fuat Köprülü’ler
Ömer Seyfettin’ler
Yahya Kemal’ler
Gelip geçtiler
Onlar milletleri için Ocak’ta çalışıp görev yaptılar. Milletlerinin, insanlarının ızdırabını yüreklerinde duydular.
Ne mutlu bize ki, Onların, o büyük insanların, o dava adamlarının, O tarihe isimlerini altın harflerle yazdıran büyük şahsiyetlerin davaları, bizim küçük omuzlarımıza kaldı. O kutsal davayı, biz yüklendik.
Milletimize hizmet yolumda bir adım atabilmişsek kendimizi mutlu saymalıyız.
12 Eylül’le birlikte, sarsıntı meydana gelen düşünce çatımızdaki huzursuzluğu Türk Ocakları giderebilir, birlik ve beraberliği Türk Ocakları sağlayabilir, Türk Milliyetçilerinin kafalarındaki problemlere ilmi-tarihi izahlar getirebilirsi.
Ama Ocağımızın da kendine göre bir takım handikapları vardır. Bu handikaplar esas itibariyle Türk aydınının, Milliyetçi-Ülkücü okumuşumuzun genel açmazıdır.

Bizim okumuşlarımızın, aydınlarımızın en büyük hatası; adına milliyetçilik yaptıkları millette bulunan milli şuuru kavrayamayıp, kendi bilgilerine-kültürlerine ve geçmişte okudukları üç beş kitaptan edindikleri eskimiş bilgilere fazlaca güvenmeleridir.

Aydın olmak, okumuş olmak eğitimle elde edilebilen bir özelliktir. Bilgi ise kitaplar, dersler, uygulamalar ve laboratuarlardan elde edilir.

Bizim aydınımızın genellikle kültür adına sahip oldukları kıymetler bunlardır. Ve bunlar da genellikle milli kültürden uzaktır.

Tahsilsiz diye hor gördüğümüz milletimiz, bu gibi eğitim öğretimle elde edilebilecek bilgilerden belki mahrumdur ama onun çok önemli bir özelliği vardır. Onlar; Cemiyetimizin tarihi değerlerini, geleneklerini ve adetlerini benimsemişlerdir. Milliyetçi aydının savunduğu-inandığı ve çoğu kere de bilmediği milli hayatın; Dil, din, ahlak, hukuk, iktisat ve sanat kaynaklarına o tahsilsiz diye hor gördüğümüz insanlarımız bizden daha yakındır.

Bizim milletimizin dünya görüşü, biraz önce belirttiğim kaynaklarda gizlidir. Kullanılan sözler, kurduğu cümleler, söylediği darbımeseller, naklettiği hikâyeler ve ortaya koyduğu hikmetler ile o büyük millet fikriyatını orta yere koyar.

Ama bizim aydınımı; Milliyetçi-Ülkücü okumuşumuz o değerlere bağlı olduğunu iddia etmesine rağmen çoğu zaman, onların düşünüşündeki tarzı, duyuşundaki üslubu, şiirini, müziğini, eğlencesini, oyunlarını, milli şuurunu sergileyişini anlamaz bile.

Esasen, ben Milliyetçiyim-Ülkücüyüm ve bu milleti seviyorum diyen, aydın geçinen okumuşumuz şunu bilmelidir.

Milli kültürün temeli millettedir.

Milletimizle kaynaşmak için ise iki yol vardır:

1-Adına Milliyetçi olduğumuz, adına salonlarda, masa başlarında nutuklar attığımız ve hiç bir meselesinin maalesef çaresi-sözcüsü olamadığımız milletten kültür terbiyesi almak için millete gitmeliyiz.

2-Okullarda tahsil yoluyla aldığımız bilgi ve tecrübelerimizi, medeniyetin nimetlerini götürmek için millete gitmeliyiz.

Peki;

Biz ne yapıyoruz?

Millete gitmek, Millete ulaşmak, ona uzanmak yerine, kendi hayal âlemimizde meydana getirdiğimiz ve pek çok kere izahını dahi yapamadığımız bir milliyetçilik peşinde koşup duruyoruz.

Ve bundan dolayıdır ki; O yüce Milletin, o büyük milletin istediğimiz, özlediğimiz desteğini tam manasıyla alamıyor ve çalışmalarımızın, milliyetçiliğimizin-ülkücülüğümüzün siyasi yansıması % 4 lerle ancak ifade edilebiliyor.

Milliyetçi-Ülkücüyüm diyen aydınların milletimizle ihtilafa düştükleri şu noktayı da asla unutmamalıyız:

“Milliyetçiyim-Ülkücüyüm ve bu milleti seviyorum, milletimiz için her fedakârlığı yaparım”, diyen insanların kendi milletleriyle aralarındaki farkın şuur altındaki yansıması şöyledir: “Milletle aramızdaki fark kendilerinin üstün Milliyetçilik ve ilmi teknik bilgi ile dolu olmalarından ileri geldiğini düşünür ve hatta en önemlisi bu farkın sadece bundan ibaret bulunduğuna inanırlar”.

Fakat şunu unutmamalıdır ki, bir takım temel kültür değerleri dışında, pek çok noktalarda milletle ayrı bir hayat yaşamaktadırlar ve Milliyetçilerimiz bu hayatı da hiç yadırgamayacak şekilde benimsemişlerdir.

Yine Milliyetçi aydınlar:

Milli kültüre kendilerinin sahip çıktığını, Milliyetçiliği kendilerinin temsil ettiğini, yerli milli bir takım teklif-çözümler getirdikleri için kendi milletleriyle çabucak kaynaşacaklarını zannedip, milletten istedikleri siyasi-iktisadi desteği de kolayca görebileceklerini zannederler.

Ve en önemlisi:

Milliyetçiler bu düşüncelerinde samimi ve heyecanlı oldukları için yine önemli bir noktayı gözden kaçırmaktadırlar.

Milliyetçi okumuşlar, şimdilik seçkin ve aydın bir gurup olarak, gelişmemiş, problemlerle dolu toplumumuz karşısında, bir bakıma başka bir hayatı temsil etmektedirler.

Şu halde Milliyetçiler, kendilerini millete ne kadar yakın hissederlerse etsinler, ne kadar o tanımadıkları millet adına milliyetçilik yaparlarsa yapsınlar, Milletin şimdilik yabancısı olduğu bir değerler sistemini ve hayat tarzını temsil etmektedirler, ve yaşamaktadırlar.

O halde ne yapmalı?

Milliyetçiyim-Ülkücüyüm diyen insanların Milliyetçiliklerinin hız ve ilhamını milletten almaları, hareketlerini millete dayanan bir hareket olarak düşünmelidirler.

Milli iradeye azami serbestlik tanıyan, hoş görüyü temel prensip kabul eden, herkesin fikrine saygı duyan, bir takım doğmalarla düşünceleri sınırlamayan, demokratik bir yapı oluşturmak mecburiyeti vardır.

Fikir hürriyetine imkân vermeyen bir milliyetçilik, demokratik olmayan bir düşünce yapısı asla düşünülemez.

Milliyetçi Ülkücü görüşün nüanslarını temsil eden düşünce ve guruplar elbette olacaktır.

Değişen, gelişen dünyada, bunalan, kimlik krizi geçiren, geçiş sancıları çeken toplumumuza yönelmek, ona koşmak, ona ulaşmak, ondaki kültür ve irfanı alıp milli şuurla birleştirmek mecburiyetindeyiz.

Aksi takdirde sonuç ne olur söylemeye gerek var mı?

“İçinde bulunduğumuz durum sonuçtur.”

Bu duygu ve düşüncelerle,

Ocağımızın,

Yukarıdan beri izah etmeye çalıştığım konulara ağırlık vermesi dileğiyle, yeni seçilen heyete başarılar diliyor.

Hepinize saygılar sunuyorum.””

Not: Bu konuşmanın hazırlanmasında Prof. Dr. Erol Güngör Hoca’nı kitaplarından ve görüşlerinden faydalanılmıştır.