Ocak Hatıralarım (45)

"Ocak Hatıralarım" konusuna devam ediyorum.

Türk Ocakları Başkanı olarak Ocak faaliyetlerinin yanı sıra Yozgat özelinde yapılan her milli faaliyetin de içinde olmaya özen gösteriyorduk. Bir vesile ile aşağıya aldığım konuşmayı hazırlamış ve Azerbaycan konusunda yapılan toplantıda dile getirmiştim.

Türk Dünyası ile ve özel olarak o günlerde işgal edilen Karabağ konusunda gösterdiğimiz hassasiyeti ifade eden yazıyı sizlerle paylaşıyorum.

Konuşma-yazı

Konu: Azerbaycan

Hazırlayan: Kenan Eroğlu

Tarih: Ekim 1992

Yer: Yozgat

“”CAN AZERBAYCAN

Canım Azerbaycan diyerek milli hassasiyeti ortaya koymak üzere burada toplanan sizleri saygı ile selamlıyorum.

Sizlere; Esir Milletler ve bağımsızlık çağından söz etmek istiyorum.

Bundan yirmi yıl, elli yıl, yüz yıl, iki yüz yıl önce bağımsız devlet ve milletlerin sayısı bu günkü kadar değildi.

Tarihin hiçbir döneminde bağımsız devletlerin ve milletlerin sayısı çağımızdaki kadar çok olmamıştı.

Öyleyse Çağımızın Teknoloji çağının en bariz özelliği milletlerin bağımsızlık çağı olmasıdır.

Ama buna rağmen çağımızda da bağımsızlık gibi en tabii ve çağdaş haktan mahrum milletler vardır. Günümüzde hala milli kurtuluş savaşlarının devam etmesi bundandır. Böylesine bir milli kurtuluş ve bağımsızlık çağında esir milletlerin varlığı çağ dışı bir durumdur.

Çağa karşı bir durumun, ilânihaye devam etmesi mümkün değildir.

Esir milletler meselesi de bir gün er geç çağın mantığına, yani milletlerin bağımsız olma ilkesine uygun olarak gündeme gelecekti.

Bu evrensel ve insani dava, biz Türk’ler için insani olduğu kadar, milli bir ülkü’dür. İki sebepten milli ülkü’dür.

Bir: Esir milletlerin çoğu esir Türk’lerden oluşuyor.

Öteki ise; Tarihte, İstiklal Savaşı ile milli bağımsızlık ve milliyetçilik çağını biz Türk’ler açtık.

Milliyetçilik tarih kadar eski ve köklüdür. Ama milliyetçiliğin antiemperyalist muhtevası ancak bu çağa mahsustur.

Demek ki emperyalizmin karşıtı milliyetçiliktir. Emperyalizm geriledikçe milliyetçilik güçlenecek ve daha da şuurlaşacaktır. Bu tarihi gelişme kaçınılmazdır. Nitekim son on yılların adamı Gorbi’nin (Mihail Gorbaçov) ülkesinde yaşanmaya başlandı.

Üç yüz yıllık korkutucu ve ezici hâkimiyetinden dolayı, mağlup edilemez zannedilen Batı emperyalizmini yeryüzünde ilk defa Türk Milli Mücadelesi mağlup etmiştir. Ve bizim Milli Mücadelemiz milliyetçilik çağının başlangıcı olmuştur.

Artık Afrika ve Asya görmüştür ki;

Medeniyet denilen tek dişi kalmış canavarın mağlup edilmesi mümkündür.

Şu halde günümüzde esir milletler meselesi, öncelikle mazlum milletler olmak üzere, bütün insanlığın ortak davasıdır. Zira mazlum-esir milletler safında kazanılan her zafer, dünyanın askeri, ekonomik ve kültürel dengesini biraz daha mazlum milletler lehine çevirecektir.

Sovyet Rus emperyalizminin sömürücü ve siyasi baskıcı karakteri kültürde olduğu gibi siyaset ve iktisatta da kurtuluş şuurunu uyandırmaktadır.

Başlangıçta tepki olan hareketler zaman içinde tez ve aksiyon haline gelmiştir.

Sovyet emperyalizmi esir Türk illerini iktisaden sömürmüş ve bu sömürü komünist partisinde görev almış Türk’lerin bile tepkisini çekmiştir.

Ruslar bir milletin bir çırpıda yok edilemeyeceğini bildikleri için Türk’leri uluslara göre; Özbek, Türkmen, Tatar, Kırgız, Kazak diye bölmüşler ve her birinde de Partinin başına göstermelik Türk idareciler koymuşlardır.

Rusların esir Türk illerini daha fazla sömürmek için batı sömürgeciliği gibi kurdukları fabrikalar, çiftlikler ve şehirler Türklüğü uyandırmaya sebep olmuş. Sovyet devletine bağlılık sağlamak ve Türk’lerden yetişmiş eleman istihdam etmek için açtıkları okullar, modern bilgi ve becerilere sahip bir Türk aydın topluluğu oluşmasına yardım etmiştir. Azerbaycan’daki durum da işte böyledir.

Sosyal yapıdaki sanayileşmenin doğurduğu değişme ve iyileşme, bölünmüş ve içine kapanmış Türk’leri birbirleri ile daha yakın temasa geçirmiş ve ister istemez “biz” şuurunu kuvvetlendirmiştir.

70 yıldır insanların hakkına, hukukuna, haysiyetine uymayan Sovyet rejimi çökmek üzereydi.

Gorbaçov bu rejimi ayakta tutabilmek için Glasnost ve Perestroyka diye ifade ettiği prensiplerle bir takım inkılâp hareketlerine girdi.

Bu; çağın tersine giden, Milliyetçilik çağının, milli bağımsızlık ilkesine uymamakta direnen Sovyet Rus İmparatorluğunun son çırpınışı idi.

Milli bağımsızlıklar, bizim Milli Mücadele’mizle başlamıştı. Artık tarihi geriye çevirme imkânı yoktu.

Nitekim öyle oldu.

Açıklık politikası milli şuurun daha da güçlenmesine sebep oldu.

6 Cumhuriyete ve 50 kadar idari bölgeye ayrılmış bulunan Rusya’daki Müslüman-Türkler gerçekte tek bir halk ve tek bir millet oluşturuyorlardı.

Aynı dili konuşuyorlar, Aynı dine inanıyorlardı.

Sovyet emperyalizmi çağın sosyal yapısına daha fazla dayanamadı.

Tüm Cumhuriyetlerde Milliyetçilik bayrakları yükselmeye başladı.

Azerbaycan’da bu bayrak daha yükseklerde dalgalanıyordu. Çünkü Azerbaycan Türkleri, Türk kimliğini muhafaza ediyor ve çok stratejik bir bölgede bulunuyordu.

Bu yeni dönemde bir takım demokratik haklar elde eden Azerbaycan Türkleri önce Türk kimliklerini ortaya koydular. Ardından dünyaya açılmaya başladılar. Ve bir ilgi alanı meydana getirdiler.

Din, dil, ırk ve ülke farklılıklarını aşan cihanşümul değerler vardır.

Azerbaycan’da bu değerlere saldırılmıştır. Bütün insanlığı rahatsız etmesi gereken bir kanlı işgal sergilenmiştir. İnsan haklarına saygılı olduklarını ifade eden ülkelerin, insanlığın ortak malı olan değerlere karşı işlenen bu kanlı cinayetlere karşı niçin suskun oldukları şayanı hayrettir.

Açıkça görülüyor ki;

Malta zirvesi bir paylaşım ve bölüşme pazarlığı olarak cereyan etmiştir.

Acaba doğu Avrupa’nın hürleştirilmesi ile masum ve mazlum Azerbaycan’ın işgali mi takas edilmiştir.

Bir insanlık faciası yaşanan Can Azerbaycan’da

Kadın erkek demeden, insanlar tankların altında ezilmekte, silahsız sivil topluluklar üzerine ağır silahlarla ateş edilmektedir. Yaralılar hastanelere, Şehid cenazeleri morglara sığmamaktadır.

Azerbaycan’da;

İnsanlık suçu işlenmektedir.

Azerbaycan’da;

Zulüm ve işkence kol gezmektedir.

Zulmün topu var, Güllesi var, kalası varsa.

Hakkın da bükülmez kolu, Dönmez yüzü vardır.

Göz yumma güneşten, Ne kadar nuru kararsa.

Sönmez ebedi, Her gecenin bir gündüzü vardır.””