Öğretmenlik Günleri Unutulur mu Dersiniz?

Öğretmenlik mesleğinden emekli olalı 17-18 yıl oldu. Ama bu mesleği de öğretmen arkadaşlarımızı da bir çok öğrencimizi de unutamadık. Vefat eden öğretmenlerimiz var onlara Allah’dan rahmet dileriz. Hayatta olanlarına da sağlıklı ömürler diliyoruz. Bugünkü yazım da öğretmenlikten kalan bir kaç hatıramızı paylaşmak istiyorum.

Yıl 1974-75 öğretmenliğe ilk vekil öğretmen olarak Haydarbeyli Köyünde başladım. Öğretmen olmayı da çok istiyordum, isteyerek seçtim bu mesleği. Çocuklar minik sevimli 3. Sınıf öğrencileriydi. Matematik dersi anlatıyordum. Ben tahtaya dönünce çocuklar gülüyor, ben onlara dönünce susuyorlardı. Tahtada da iki öğrencim vardı, yönü arkadaşlarına dönüktü. Bu gülüşler devam edince sınıfın tamamını fırçaladın niye gülüyorsunuz, dedim!

Bir öğrencim öğretmenim Bayram bizi güldürüyor dedi. Çağırdım gel bakayım buraya nasıl güldürüyorsun? Bir yüz mimik hareketi ile hepimizi güldürdü. Kulağını çektim bir daha dersimde böyle yapma dedim. Bayram yerine oturdu ama tam bir hafta okula gelmedi.

Velisine haber gönderdim annesini ziyaret ettim. Bayram okula bir haftadır gelmiyor hasta mı dedim. Kadın bön bön bana bahtı, Bayramın kulağını yırtmışsın gelmeyecek dedi. Çok üzüldüm, özür diledim evine gidip gönlünü aldım okula gelmeye ikna ettim. Bayram arada sırada bizi güldürüp teselli etmeye çalışırdı...

Asil öğretmen olarak göreve başlamıştım. Yıl 1980’li yıllar Merkez Ortaokuluna tayinim çıktı. Sınıflardan birine ilk kez giriyordum. Zil çaldı sınıfa girdim. Herkes ayakta ön sıradaki kızlardan birisi ise oturuyordu. İyi dersler dedim ama aklımda o kız öğrencim vardı. Herkes kalktı bu niye kalkmadı diyordum kendi kendime ?.. Kızıp fırçalayacak oldum vazgeçtim buyurun oturun dedim.

Çocuklar oturdular, o kıza doğru yaklaştım gördüm ki, kızımız cüce- küçük boylu!.. Kafam dank etti: İçimden dedim ki iyi ki azarlamadım çocuğun gururunu kırardım. Onu arkadaşlarından hiç ayrı tutmamaya özen gösterdim.

Aynı okulda müdür yardımcılığına başladım. Yoklama kayıtlarını tutuyoruz. Bir öğrencimizin sık sık okula gelmediğini tesbit ettim. Okula geldiği bir gün odama çağırdım: Okula niye gelmiyorsun diye fırçaladım. “Hastaydım” dedi, bende gayri ihtiyari “ölmedin mi” demişim. Çocuk sustu ve ağlamaklı oldu. Bir daha okula gelmedi. Velisini çağırdım oğlunuz okuldan kaçıyor dedim. Annesi ağlamaklı, o hasta kalbi delik sen ölmedin mi diye azarlamışsın okulu bıraktı dedi. Çok üzüldüm özür diledim çocuğun gönlünü alıp yeniden okula gelmesini sağladım, çünkü çok mahçup olmuştum!

Merkez Ortaokulu Müdürü Rahmetli Şükrü Tonoz’du ondan öğrencileri bırakın Öğretmenler bile korkar çekinirdi. Birgün pat diye sınıfta dersime girdi. Okul müdürleri zaman zaman teftiş için derse girip ders dinlerlerdi. Ders Türkçe ve kompozisyon yazdırmış yazılarını okutuyordum. Şükrü Tonoz derse girince sınıf put kesildi, çıt çıkmıyordu. Kimse tahtaya çıkıp yazısı okumadı, söz almadı. Ben müdahale ettim Hocam sizden çekiniyorlar kusura bakmayın dedim bir kaç kelam ettim. Müdür müsade istedi sınıfı terk etti biz derse devam ettik.

Merkez Ortaokuluna tayinim çıkınca matematik öğretmenim Abdullah Çiğdemtekin’le karşılaştım. Müdür Yardımcısı idi. Öğretmenlere bu benim öğrencim diye tanıttı, çok da mutlu olmuştu. Öğretmen- öğrenci aynı okulda görev yapıyorduk. Bir 24 Kasım günüydü (Öğretmenler Günü) O gün bana gelen tüm çiçekleri topladım bir demet yaptım Abdullah hocamın odasına girdim. “ Hocam Öğretmenler Günün Kutlu Olsun!” Bu çiçekler size yakışır dedim takdim ettim. Hüzünlendi gözlerinden yaşlar geldi. Bende ağlamaklı oldum!.. Hocam bizi sizler yetiştirdiniz onun için bu güller size layıktır dedim müsade istedim, o da ağlıyor ben de ağlıyordum!..

Son görev yerim Sakarya İlköğretim Okulu idi. Sınıf öğrencilerimle samimi olur çok ilginç etkinlikler yapardım. Onlarla bir öğretim yılı sonu sınıfın enlerini seçtik...Sınıfın en çalışkanı, en efendisi, en iyi giyineni, en tembeli vs. Seçimi kendilerine yaptırdım. Hediyelerini de öğrencilerimle birlikte aldım. Enlerin ödül törenini alkışlarla yaptık. Sıra en tembel seçilen öğrenciye gelmişti, onu çağırdık ve hediyesi “ayı” oyuncağı çıktı, takdim ettik. Hüngür hüngür ağlamaya başladı susturamadık. Bu bir şakadır filan dedikse de iş işten geçti. Okula Milli Eğitim Müdürü gelmiş sınıfa uğradı bizi fırçaladı: “olmaz, olamaz!” diyordu. Ne diyelim haklıydı. Annesinden özür diledik ama özrümüz pek de kabul görmedi...

Son hatıramız: Mezun bir öğrencimizden. Öğrencilerimin mektuplarını, örnek ödevlerini ve derleme yazılarını saklardım. Ödev defterlerini yıldızlı aferin yazar onları sevindirirdim. Şiir okutur, yazı yazdırır anı defterleri tutmalarını isterdim. Uzun zaman olmadı bir telefon aldım. Telefonda bir kızımız vardı: Hocam ben sizin Sivas’tan öğrencinizim şiir yazıyorum, kitap çıkardım size ulaşmaya çalıştım diyordu. Bir bayram da şiir okutmuşuz, şiire merak sarmış ve bir hastanede görev yapıyormuş!.. Çok duygulandım. Şimdide ben ağlamaktaydım!.. Yıllar sonra bir meyvemi bulmuştum!.. Kuzum biz sizin okul da görev yapamadık ki diyebildim! Çünkü biz o okuldan sürgün edilmiş “Can güvenliğinden” Zorunlu tayinimizi çıkartmıştık... İşin bir garip muammasını daha söyleyim. Emekli olalı yaklaşık 18 yıl olmuş ben hala onların mektuplarını, ödevlerini saklıyorum ve bir çok gece rüyamda halen onların dersine giriyor ve gireceğim sınıfı arıyorum!..

24 Kasım Öğretmenler Gününüz Kutlu Olsun Kahraman, fedakar arkadaşlarım!..