Serçe Ve Sığırcık Kuşları

Sığırcık kuşları göçmen kuşlardandır. Yazın gelirler kış yaklaşınca giderler. Bu kuşların asıl memleketi neresidir? Belli değildir. Kendileri de bilemezler. Yazın geldiklerinde ağızları ile çer, çöp ve çamur taşıyarak, bazen bir söğüt dalına, bazen bir ağaç kovuğuna, toprak evlerin serpme'sine, çatıların kovuklarına yuva yaparlar. Kısa süre içinde çil çil iki-üç yumurta yaparlar. Yaklaşık üç hafta sonra iki-üç tane yavru sığırcığın acı acı çığlıklarını duymaya başlarsınız. Anne kuşun ağzında getirdiği bir solucanı kapmak için verdikleri canhıraş mücadeleye şahit oluruz. Günler günleri kovalar ve son bahar gelir. Yavru sığırcıklar büyümüş ve göç zamanı gelmiştir. Anne ve yavrular, büyük sığırcık sürülerine katılarak terki diyar ederler. Ta ki, yeni bir yaz gelene kadar.

Sığırcık kuşları niye göç ederler? Neden bunca zorluğu göze alarak göç denen eziyete katlanırlar? Bin bir zorlukla yaptıkları yuvalarında oturmazlarda bilmedikleri diyarlara giderler?
Birde serçe kuşları vardır. Bunlar doğdukları topraklarda ölürler. Kış yaz, soğuk sıcak, kuraklık olmuş hiç fark etmez. Hiç bir yere gitmezler. Çilekeştirler, yuva ve yavrularını asla terk etmezler.

İşte! Anadolu'nun birçok insanı, ömürlerin bir yerinde tıpkı sığırcık kuşları gibi göçmen olmuşlardır. Doğup büyüdüğü toprakları, beşik sallanan, kulağına ninnilerin söylendiği, sırtını yasladığı baba ocağını terk etmiş ve bilinmedik diyarlara, yaban ellere göç etmişler; bir kısmı başta Ankara, İstanbul, İzmir, Bursa olmak üzere yurdun birçok il ve ilçesine dağılırken, bir kısmı daha da uzaklara; Almanya, Hollanda, Fransa, İngiltere gibi gâvur memleketlerine göç etmişlerdir.

Dilleri var bizim dile benzemez. Elleri bizim ele benzemez. Adetleri bize hepten yabancı Kısacası, garipsin yad ellerde.

Doğduğu topraklara gitmek “sığırcık kuşlarının”; özlemlerini gidermek, arkada bıraktığı "serçe" dostlarını görmek, hatıralarını canlandırmak, doğduğu toprakların kokusunu almak, serin serin esen poyrazı ciğerlerine çekmek, buz gibi suyundan kana kana içmek, başını kaldırıp dağına ovasına bakmak en büyük özlemidir. Çayırı, çimeni, çiğdemi, çiçeği, papatyası, sarı yoncası, kırmızı-sarı gelincik çiçekleriyle, yemyeşil baharı gözünde canlanıverir birden.

Yılda bir iki defa, bazıları ise daha uzun süre sonra doğduğu topraklara, kısa sürelerde gelirler. Kasabanın göründüğü yamaçtan (çakmaklı) baktığında içini bir sevinç kaplar. Gözleri parlar, yüzü gülümsemektedir. Birden adımlarının hızlandığını, bacaklarındaki yorgunluğun gittiğini, dinç ve dinamik bir kimliğe büründüğünü hissetmektedir. Sığırcık kuşu kanatlarını açmıştır bir kere… süzülüverir enginlere, hatıralarına; hani, o sene buğday ne kadar da boy salmıştı. Her bir tırpan çalımında yere bir deste düşüyordu. Güneş tepede yakıyor, toprağa yumurta koysanız pişiriyor. Delikanlım (Allah saklasın) sırım gibi, gömleğini çıkarmış, üzerindeki ter göksünde parıldamakta, dilinde bir türkü;

Yüce dağ başında yanar bir ışık
Düşmüşüm derdine olmuşum aşık
Ağ buğday benizli zülfü dolaşık……
Salladığı tırpanın “fişşoov” sesi, tempo tutuyor gibi. Yürü be yiğidim, kim tutar seni. Ekin mi dayanır bu keyfe… öğle olmuştur. Yemek saati gelmiş, anacığı salatayı yapmış, akşamdan yaptığı saya çöreği çıkarmış, buz gibi yoğurt özemesi, sanki bal kaymak mübarek. Karaağacın gölgesi huzur dolu bir hoşluk veriyor içine… söyle on dakika uzanıverdiği yerden bir saat sonra kan ter içinde uyanmıştı.

- Eyvaaah nasıl bu kadar uyudum? Ana, neden beni kaldırmadın? Vakit çok geçmiş, dünya kadar iş var.

-oğlum, öyle güzel uyuyordun ki, kıyamadım.

Sığırcık kuşu süzülmeye devam eder… su aşağıda Hayri amca, ileride Halit, Hacı Emmi…. tüm komşuları canlanıverir gözünde. Hepsi salına salına tırpan biçiyor, arkalarında ki kadın deste yapıyordu. Birisi “Oğlum bak burada acar otu var hayvanları buraya getir” diyordu. Bir başkası çatalını takmış, üç-dört deste ekini salladığı gibi omzuna almış, götürüp yığın yapmaktaydı. “Anaaa bak bak! bılıdırcın kalktı. Çök çök çök.. gördün mü? şu destenin altına girdi. Koş yakala onu….” Nasıl bir koşu Allah’ım topukları kalçasına değiyor. Eyvah! kaçtı gitti bıldırcın.

“Zilaat tepesi” ile “Kale tepesi” karşılıklı iki pehlivan gibi bir birlerine heybetli heybetli bakıyorlar. Bu ikisi arasında, Yamaç, Kızlar Kayası, Eliçek Tepesi, Aptal Tepesi. Bu tepeler arasına serpilmiş kırmızı kiremitli evler ve köyün tam ortası sayılacak, küçük bir bayırda yarım asırlık cami, eski güzelliğinden bir şey kaybetmemiş gibi duruyor.

Sığırcık kuşu süzülmeye devam eder…, söyle bir bakışta, Taş oluk, Gülübağ, Çiftepınar, Çiçir, Kayapınar, Şekir’in pınar, Zeynep’in pınarı,Veliler’in pınarı…., en soğuk olanı hangisiydi? Galiba suya en soğuk olan Kayapınar’dı. Gidip suyu ondan içmeliydi.

Evvah! O da ne? Şurası benim eski yuvam, ne olmuş böyle; duvarlar yıkılmış, çatı çökmüş, adeta virane gibi gözüküyor, yoksa baykuşlar mı tünemiş? Baba ocağım yok olmak üzere. Yıkılan sadece duvarlar değil, çöken sadece çatı değil, hatıralarım der ve Ozan’ın şu mısraları dökülür dudaklarından;

Eve indim dertli dertli,
Evim benden kasavetli,
Kapı kitli, baca kitli,
Köyüm eski köyüm değil.
Her gün dolup taşan hane,
Misafirle coşan hane,
Şimdi olmuş bir virane,
Köyüm eski köyüm değil.

Ben bu ocağı yeniden tüttürebilir miyim? Şu tepeye, yok yok şu tepeye, bir yuva yapayım. Hem seyri de güzel. Sabahları güneşin ufuktan kip kırmızı (Nar gibi) doğuşunu, yuvarlak (Kağnı tekeri gibi) oluşunu seyrederim… Sonra derin bir nefes alıp, boğazında düğümlenen yumruktan kurtulmak ister. Yutkunur, Bir daha yutkunur. Kahrolası düğüm bir türlü boğazından gitmez. Sızlayan burun kemikleri ve sonrası yanaklara süzülen gözyaşı.

Sonra başını kaldırıp, derin bir iç çektikten sonra “olmaz” der aklı. Zaten zorunluluk nedeniyle göçmen olmamış mıydın? Bunca zamandan sonra sen, “burada da garip kalırısın” der sığırcık kuşu. Zira, yaban ellerde de olsa bir düzenin, yuvan ve yavruların var. Bin bir zorlukla kurmuş olduğun düzenini bozup tekrar buraya yerleşmen olmaz. Ancak “insanın hem doğduğu topraklara hem de doyduğu topraklara karsı sorumluluğu vardır.” Sonra kendine sorar “senin vatanın neresi?”…. düşünme bu soruyu der. Sılay-ı rahim unutulur mu? Özledikçe yine gelirsin. Hayalini bu sene ertele, seneye geldiğinde yeniden düşünürsün der “vatansız” sığırcık kuşu.

Milyonlarca Anadolu insanının kaderi olan bu “yürek acısı” daha uzun süre devam edecek gibi.