Ülkemizin gündemine ışık olması düsüncesiyle değerli ilim ve bilim adamı rahmetli üstadımız Seyyid Ahmet Arvasi hocamızın görüşleriyle sizleri başbaşa bırakmak istiyorum.
Gündemi aydınlatan Eğitimci – Yazar Mustafa Kuvancı beyin görüşlerini okuyucularımızla paylaşmak istedim. Bugün çok ciddi bir Doğu sorunuyla karşı karşıyayız. Özellikle bölgede ortaya çıkarılan terör, millet olarak hepimizi derinden yaralamaktadır.
Doğu Anadolu Gerçeği
Seyyid Ahmet Arvasi, 1985 yılında başlayan ve bugüne kadar gelen, binlerce insanımızın ölmesine, binlerce insanımızın evsiz, yurtsuz kalarak göç etmesine sebep olan, önlemek için yapılan harcamaları bir ülkeyi inşa edecek kadar para tutan hain terörü önceden görmüş ve 1986 yılında yayınladığı “Doğu Anadolu Gerçeği” adlı eseriyle problemi ortaya koymuştur.
O dönemde birkaç çapulcu, eşkıya hareketi olarak değerlendirilen PKK terörünün aslında dış destekli olduğunu Arvasi bu eseriyle ortaya koymuştur. Eserinde, terörü önlemek ve milli bütünlüğü sağlamak için alınması gereken tedbirleri de belirtmiştir.
Doğu Anadolu Gerçeği ilk olarak 1986 yılında Türk Kültürü Araştırma Enstitüsü tarafından yayınlanmıştır. 12 Eylül Harekatı sonrası hapse atılan, MHP davasından Askeri Mahkemece yargılanan ve beraat eden Arvasi’nin bu kitabını zamanın genelkurmay başkanlığı taltif ederek Güneydoğu bölgesinde teröre ve bölücülüğe çare olarak dağıttırmış, okutturmuş ve tavsiye etmiştir. (1)
S. Ahmet Arvasi’nin Doğu Anadolu Gerçeği adlı kitabı başlı başına ele alınarak bir tez çerçevesinde değerlendirilirse, 8 başlık altında ortaya koyduğu “Doğu meselesinin faktörleri’nden 8 ayrı kitap çıkarmak mümkün olacaktır. Biz burada kendimizce önemli gördüğümüz bir iki maddeyi ele almaya çalışacağız.
Arvasi, kitabının giriş kısmında şöyle der: “Esefle belirtelim ki, bugün ülkemizde ister istemez bir şark meselesi vardır. Devletimizin ve milletimizin düşmanları, bu konuyu istismar ederek vahim boyutlara ulaştırmak için ne mümkünse yapmaktadırlar.
Kitabımızı yazarken meseleyi bir antropolog, bir etnolog, bir tarihçi, bir dilci gibi değil, bir eğitimci ve eğitim sosyologu olarak inceleyeceğiz. Türkiye’de şark meselesine vücut veren olumsuz faktörleri ortaya koyacak ve problemin çok boyutlu olduğunu göstermeye çalışacağız.”
Arvasi daha sonra bu faktörleri şöyle sıralıyor:
1. Tarihi faktörler: Yerli ve yabancı ilim, siyaset ve fikir adamlarının bu bölgede yaşayan vatandaşlarımızın kökeni hakkında öne sürdükleri teoriler.
2. Kültür Faktörü: Bu bölgede konuşulan ağızlar, farklı inançlar, milli kültüre yabancılaşma ve bunu farklılık olarak kullanan güçler.
3. Sosyal faktörler: Bölgedeki konargöçer halk aşiretler, aşiret sistemi ve bunun doğurduğu sebepler.
4. Coğrafi faktörler: Sert arazi yapısı ve sert iklimin sonucunda ulaşım ve irtibat sorununun milli irtibatı zayıflatması
5. Ekonomik faktörler: Bölge halkının üretim alanında geri kalması ve
komşu ülkelerle ticari ilişkiler.
6. Psikolojik faktörler: Kürtlük kompleksi.
7. İdari ve Siyasi faktörler: Bazı idareci ve siyasetçilerin hatalı
davranışları, tecrübesiz ve yetersiz kadroların hataları ve oy
avcılığı uğruna yapılan hatalar.
8. Milletlerarası çatışmalar ve Emperyalizmin oyunları: Türkiye ve
Ortadoğu üzerine oynanmak istenen emperyalist oyunlar.
Seyyid Ahmet Arvasi kitabını bu başlıklar altında sürdürüyor. Her
başlığı açıklıyor, örnekler veriyor. Ama az önce de söylediğimiz gibi
bu başlıkların her biri kendi içinde bir kitap oluşturacak
seviyededir.
Biz, kitaptan bazı bölümleri Arvasi’nin gösterdiği istikamette
yorumlayacağız.
Arvasi, Kürtlerin bir Türk boyu olduğunu, Batılıların ileri sürdükleri
gibi ayrı bir kavim olmadıklarını belirtir. Bunları ifade ederken de
birçok batılı kaynağı delil olarak gösterir. Ayrıca Kürt kelimesinin
ilk kez Yenisey (Elegeş mezar taşları) yazıtlarında geçtiğini ifade
eder. Bu kitabe şöyledir:
“Kürt El-kan Alp Urungu, altunlug keşigim bantım belde. Elim tokuz
kırk yaşım. (Kürt ilhanı Alp Urunguyum. Altunlu okluğumu bağladım
belime. Elim/ devletim otuz dokuz yaşımda öldüm.) (2)
Kürtlerin kökeninin Medler’e, Guttiler’e, Karduklar’,
Mervanoğulları’na vs. dayandırılamaya çalışıldığını halbuki bu
milletlerin dillerinde “Kürt” kelimesinin hiç geçmediğini, ayrıca Kürt
aşireti olarak ifade edilen Zaza, Kurmanç, Lur ve Kalhur ağızlarında
da böyle bir kelimenin olmadığını ifade eden Arvasi, “Kürt”
kelimesinin Türk boyları arasında kullanımını da bize aktarır:
Kazakçada ….. kürt ….. kalın kar yığını
….. Kürtlük….. yeni yağmış kar
Kazan Tatarcasında….. Kört….. kar yığını
Çuvaşçada….. kürt….. kar yığıntısı
Uygurcada ….. körtük….. kar yığını
Kırgızcada….. Körtük….. kar yığını
Yakutlarda ….. Kürtçük ….. kar yığını
Tarançilerde….. kürt….. yeni yağmış kar
Şor Türkçesinde ….. Kürt….. çığ
Arvasi, Osmanlı döneminde “Kürdistan” kelimesinin bilinçsizce
kullanıldığını, o dönemde sınırları belli bir Kürdistan olmadığını
ifade eder. Gerçi belli bir dönem sonra bu tabir özellikle kullanılır
hale gelmiştir. Ama kanaatimizce Osmanlı döneminde kullanılan
Kürdistan kelimesinin Kürt halkının yaşadığı bölge olarak kullanılması
söz konusu değildir.
Yukarıdaki Türk boylarında Kürt sözcüğünün anlamlarına bakarsak bunu
daha rahat anlarız. Hepimizin bildiği gibi Doğu ve Güneydoğu
Anadolu’da kışlar uzun sürmekte, kar yağışı fazla olmaktadır.
Ben üniversiteyi Van’da okudum, iyi bilirim. Kasım ortalarında yağan
kar, nisan sonuna kadar şehir merkezinden kalkmazdı. Hatta Van’ın
Bahçesaray ilçesi (eski adıyla Müküs) on bir ay kış, bir ay yaz yaşar.
Hepimiz TV’lerde görmüşüzdür. Aylarca yolu açılamaz. Sürekli kar
yağışı vardır. Aylarca ulaşılamadığı için Vanlılar Bahçesaray ilçesine
“Müküs Gezegeni” derler.
Eskilerden duymuşuzdur adam boyu karların yağdığını, bugün küresel
ısınma nedeniyle eski kar yağışı yok belki, ama o zamanlar özellikle
doğu ve güney doğuya iyi kar yağarmış. Böyle bir kar yığını altında
kalan bölgeye Türk lehçelerindeki Kürt kelimesinin anlamıyla Kürdistan
demek belki o dönemlerde doğru bir ifadeydi.
Arvasi, Kürtçe diye bir dil olmadığını, bölgede konuşulan ağızların
Türkçe-Farsça-Arapça kırması garip bir ağız olduğunu ifade ederek
önemli bir noktaya dikkat çeker:
“Herkesin rahatça müşahade edeceği üzere bugün Doğu ve Güneydoğu
Anadolu’muzda yaşayan halkımızın çoğunluğunun konuştuğu dil kesin
olarak Türkçedir. Ancak, yol ve okul götüremediğimiz ve kültür
merkezlerimizle irtibat sağlayamadığımız bazı vatan topraklarındaki
vatandaşlarımız, bazen Kurmançi, bazen Zazaki, bazen Gorani, bazen
Sorani, bazen Lorani denen ve hepsine de ortak olarak Kürtçe tabiri
yakıştırılan ağızla konuşmaktadırlar. Ancak hemen belirtelim ki bu
ağızları konuşan gruplar birbirlerini anlamamaktadırlar. Hepsinde
ortak olan tek şey: “Yek, dü, se, çar, penç…” diye başlayan ve devam
eden Farsça sayı sistemidir. Oysa etnolojik araştırmalar göstermiştir
ki en ilkel dilin bile kendine mahsus bir sayı sistemi vardır. Herkes
rahatça müşahede etmektedir ki emperyalistlerin ve bölücülerin
“Kürtçe” diye tabir ettikleri ağzın böyle bir hususiyeti yoktur. Bu
durum bile zorlama bir dil ihdas etme gayretlerini ortaya koymaya
yeter. Bize göre Kürtçe tabir edilen ağız, kültür temaslarımızın
emperyalizme dönüşmesinin acı bir meyvesidir.” (3)
Arvasi, Kürtçe diye tabir edilen ağızdaki bazı kelimelerle bunların
Türkçe karşılığını vererek “Kürtçe, Hint Avrupa dil grubundandır.”
İddialarına da cevap verir. İşte birkaç örnek:
Aşiret ağzı….. Türkçe
Acar….. acar (yeni)
Baci….. bacı
Bibi….. bibi (hala)
Bizav….. buzağı
Bori….. boru
Çakuç….. çekiç
Dengiz….. deniz
Donguz….. domuz
Dışıman….. düşman
Eze….. teyze
Guleş….. güreş
İsot….. ıssı ot (biber)
Kantır….. katır
Kırtık….. kırıntı
Lepe….. lapa
Nene….. nene (nine)
Pembuk….. pamuk
Pıçuk….. küçük
Sobe….. soba
Vare….. var (gel)
Vardek….. ördek
Bunlar bizim Doğu Anadolu Gerçeği adlı eserden aldığımız sadece birkaç
örnektir. Arvasi yöre halkının sesine de kulak verir ve şöyle der:
“Doğu ve Güneydoğu Anadolu’muzda uydurma ve Türkten ayrı bir millet
ihdas etmek isteyen hainlere bir Doğu Anadolu çocuğu olan ve 17.
asırda yaşayan Ercişli Emrah’ın şu mısralarını hatırlatmak gerekir:
Bize Emrah derler, Karakoyunlu
Yiğitler içinde yiğit oyunlu
Kaz gibi pısmazık, erkek boyunlu
Biz Türküz, Türklükten fermanımız var.”
Arvasi, bu bölgedeki tehlikenin farkına ilk varan Osmanlı padişahının
Yavuz Sultan Selim olduğunu belirtir ve alınan tedbirlerden bahseder.
Bu tedbirlerden en önemlisi şüphesiz bölge halkının eğitilmesidir.
Arvasi bu noktada şunları söyler:
“Esefle belirtelim ki imparatorluk dönemi dahil, ülkemizde asırlar
boyunca bütün cemiyeti içine alan, planlı, programlı ve hedefleri
belli bir talim ve terbiye teşkilatı yoktu. Dolayısıyla kuvvetli ve
başarılı bir dil ve din eğitimi gerçekleşmiyordu. İş, mahalli
idarelere ve halka bırakılmıştı. Bu yüzden birçok vatan evladı daha
yakın olduğundan dini talim ve terbiye için İran’a, Irak’a, Suriye’ye
ve Mısır’a gidiyordu.”
Arvasi’ye göre bu ülkelere, din eğitimi almaya giden Türk gençleri
misyonerlerin cirit attığı okullarda eğitim görmüş ve birçok konuda
beyni yıkanmış olarak ülkeye dönmüştür.
Arvasi’nin işaret ettiği bu nokta çok önemlidir. Hatta bana göre Doğu
meselesinin temelidir. İngiliz casusu Hampher anılarında şöyle diyor:
“1710 yılında Sömürgeler bakanlığı beni Müslümanları parçalamak için
gerekli bilgileri toplamak ve casusluk yapmak üzere Mısır, Irak, Hicaz
ve İstanbul’a gönderdi. Aynı tarihte aynı vazifeyle dokuz kişiyi daha
görevlendirdi. Bize lazım olacak para, bilgi ve haritaların yanında
bir de devlet adamlarının, kabile reislerinin ve alimlerin listesi
verildi. Ben önce İstanbul’a geldim. Asıl vazifemin yanında Türkçeyi
de çok iyi öğrenmem gerekiyordu. Londra’da Farsça, Arapça, Türkçe dil
eğitimi almıştım ama bu dilleri o halklar gibi konuşmalıydım. (4)
Hampher anılarının ilerleyen bölümlerinde diğer ajanlarla birlikte
Osmanlı topraklarında yaptıkları bölücülük ve kafa karıştırıcılığı
faaliyetlerini anlatıyor. Özellikle Muhammed bin Abdülvahhab Necdi ile
tanışmasını, onu muta nikahının mübah olduğuna ikna etmesini, şarap
içmenin mahzuru olmadığına ikna etmesini ve bunun gibi İslam’ın temel
prensiplerinden uzaklaştırarak Vahhabiliği kurdurmasını ve Arapların
Osmanlı’ya karşı kışkırtılmasını nasıl planlayıp gerçekleştirdiğini
anlatıyor.
Hampher bir örnektir. Bu çalışmayı yaparken bir kitap geldi aklıma.
1993 baskılı, Yrd. Doç. Dr. İlknur Polat Haydaroğlu’nun “Osmanlı
İmparatorluğunda Yabancı Okullar” adlı çalışması. Arvasi’nin değindiği
eğitim meselesine bu kitaptan alıntılar yaparak devam edelim.
Osmanlı’da ilk yabancı misyoner okulu 1853’te İstanbul’da kurulan
Saint-Benoit Fransız okuludur. Bu okulu Saint-George, Saint-Luis,
Saint-Pierre, Notre Dame de Sion, Saint-Joseph…. İzlemiştir. 1853-1925
arasında İstanbul’da 72 Fransız okulu vardır.
1917 tarihli bir belgede de bu tarihte İstanbul’da İngilizlere ait 83
okul ve hastane olduğu ifade edilir.
1904 tarihinde Osmanlı topraklarında 465 Amerikan okulu vardır. Bu
okulların bugünkü Türkiye sınırları içerisindeki dağılımına bir göz
atalım.
İstanbul….. Robert College (1863)
İstanbul….. Gedikpaşa Girls School
Adapazarı….. Girls Hing School
Bursa….. Girls Hing School
İzmir….. American Collegiate İnstitute For Girls
İzmir….. İnternational College
Kayseri….. Talas Boys School
Kayseri….. Talas Girls School
Sivas….. Girls Hing School
Merzifon….. Anotolia College
Merzifon….. Anotolia Girls School
Harput….. Euphrates College (1859)
Harput….. Girls Hing School
Diyarbakır….. Protestant School
Mardin….. Teachers School
Mardin….. Girls Hing School
Bitlis….. Girls Boarding School
Van….. Boys School
Van….. Girls School
Erzurum….. Girls Boarding School
Erzurum….. Boys Boarding School
Antep….. Seminary for Girls
Maraş….. Central Turkey College For Girls
Adana….. Seminary For Girls
Saimbeyli….. Hodjin Hom School For Girls
Tarsus….. Saint Paul’s İnstitute For Boys
Urfa….. İndustrial Training School
Dikkat ederseniz Amerikan okullarının büyük bir çoğunluğu Doğu ve
Güneydoğu Anadolu illerinde kurulmuştur. Bir tek Amerikalının
yaşamadığı bu topraklarda Amerikalılar herhalde bizim kara kaşımıza,
kara gözümüze hayran oldukları için okul açmamıştır. Nitekim adı geçen
eserde yapılan inceleme sonunda bu okulların üç şeye önem verdikleri
tespit edilmiştir:
1. Eğitim: Modern eğitim sistemiyle hiçbir fedakârlıktan
kaçınılmaksızın eğitim verilmiş, bu yönüyle Türk eğitimine ve diğer
devletlere örnek olmuşlardır.
2. Siyasi faliyetler: Azınlıklar sorununa eğilmiş, onları desteklemiş
hatta azınlık sorunlarının çıkış nedeni olmuşlardır. Özellikle Ermeni
sorununda etkileri büyüktür.
3. Dine ve mezhebe din kardeşi kazandırma girişimi: Yazara göre bu
düşünce okulların başlangıçtan beri en büyük hedefidir ve Osmanlı’nın
çöküşünde başlıca etkendir.
Üçüncü maddeyle ilgili bir not aynı eserde şöyle yer alıyor:
“1928’de Bursa Amerikan okulunda üç kız Hıristiyan olmuş, bir
arkadaşlarının milli eğitim müdürlüğüne şikayeti ile durum ortaya
çıkmış, basının Amerikan okulları aleyhine yaptığı yayın neticesinde
okulun izni iptal edilmiştir. Hayat Dergisi 2 Şubat 1928 tarihli
sayısında “Hıristiyanlaştırma Faciası” diye olayı duyurmuş ve şu
soruyu sormuştur: “Neden bir tek Amerikan ailesi dahi olmayan Bursa’da
bir Amerikan okulu bulunmaktadır?” (5)
Bu “Neden?” sorusunun temeli aslında bizim konumuzdur. Bugünkü “Kürt
sorunu” diye önümüze sürülen mesele, aslında İngiltere, Amerika,
Fransa, İtalya ve Almanya gibi ülkelerin 1700’lü yıllardan beri
uyguladığı bu eğitimdeki haçlı seferinin sonucudur.
İ. Polat Haydaroğlu bu “Neden?” sorusunun hepimizin bildiği cevabını
bakın nasıl veriyor:
“Yabancı okulların siyasi faaliyetleri doğrultusunda günümüzde de
huzursuzluğu hissedilen “Kürtleri” etkileme çabaları okulların zararlı
çalışmalarından sadece biridir.
Selçuklular döneminden başlayarak Osmanlı devletinde Anadolu’da
sistemli bir Kürt-Türk ayrımı yapılmış değildi. Kaynaklarda zaman
zaman “Kürt beyi” ve “Kürdistan” deyimine rastlanmaktadır. Ama Osmanlı
topraklarında sınırları belli “Kürdistan” diye bir birim yoktur.
Yabancı devletlerin Osmanlı İmparatorluğunu parçalamak için
İmparatorluğa bağlı halkaları kışkırtmaya başladıkları 19. yüzyılda
artık ayrı bir birim olduklarını düşünmeye başladılar. Yine bu dönemde
siyasi alana bir “Kürdistan” deyimi getirildi. Osmanlı İmparatorluğu
1831’de yapılan sayımda ve daha önceki tahrirlerde İslamiyet dışında
Kürtler ve Türkler diye bir ayrım yapmış değildi. 19. yüzyılın ikinci
yarısında konsolosluklar ve okullar Anadolu’ya yayılmaya başladığında
onların düzenlediği raporlarda cemaatlerden söz edilirken Kürt, Türk,
Arap gibi kısımlara ayrıldığı görülmektedir.
Avrupalılar koruyuculukları altında Kürtleri de bir azınlıkmış gibi
ele aldılar. ….. Kürt olduğu öne sürülen halkın yaşadığı bölgelerde
başta İngilizler olmak üzere Amerika ve Fransa’nın da okul açtığı
görülmektedir. Örneğin Diyarbakır ve Bitlis gibi yerlerde okul
açılması yalnız ekonomik nedenlerle açıklanamaz. Bu, bir rastlantı da
değildir. Bütün bu çabaların sonunda Kürtler için çalışan dernekler
yanında basın yoluyla da faaliyetler sürdü.
II. Meşrutiyet döneminde basın sansürünün kalkmasıyla sayıları artan
gazeteler arasında iki Kürtçe gazetenin bulunması dikkat çekicidir.
İstanbul’da haftalık olarak yayınlanan bu iki gazetenin birinin ismi
“Kürt” adını taşımakta olup Süleymaniyeli Tevfik Bey tarafından,
“Kürdistan” adını taşıyan ise Bedirhanzade Ahmet Süreyya Bey
tarafından yayınlanmıştır.” (6)
Tekrar Seyyid Ahmet Arvasiye dönelim ve son bir alıntıyla konumuzu
bitirelim:
“Bir öğretmen arkadaşım anlatmıştı. 1950’li yıllarda Doğu Anadolu’da
bir ilk öğretmen okulunda Türkçe öğretmeni olarak çalışıyormuş.
Sınıfına bir idareciyle birlikte Amerikalı bir barış gönüllüsü gelmiş.
Barış gönüllüsü, bir müddet verilen dersi dinledikten sonra, bir hayli
güzel konuştuğu Türkçesiyle Öğretmenden izin isteyerek öğrencilere
bazı sorular sorup soramayacağını bildirmiş. Öğretmen “buyurun” demiş.
Barış gönüllüsü de sınıfı dolduran masum Doğu Anadolu çocuklarına şu
soruyu sormuş:
“Çocuklar, siz Türkçeden başka bir dil biliyor musunuz?”
Çocuklar cevap vermiş:
“Şimdilik bilmiyoruz. Ama okulumuzda İngilizce, Almanca, Fransızca
okutuluyor. Biz de öğrenmeye çalışıyoruz.”
Barış gönüllüsü, sorusunu açmak zorunda kalmış:
“Öylesi değil… Mesela siz, evinizde başka bir dil konuşmuyor musunuz?”
Çocuklar şaşkın:
……..?
Barış gönüllüsü artık gizlemeye gerek duymamış:
“Canım, mesela Kürtçe bilmiyor musunuz?”
Öğretmen, idareci ve öğrenciler iyice şaşırmışlar. Barış gönüllüsü
riyakar bir tebessümle zehirli dişlerini göstermiş:
“Niçin şaşırdınız? Kürtçe bir dil değil midir?”
Evet, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da bugünkü yaşadığımız sıkıntının
nedenleri büyük ölçüde yukarıda adını saydığımız ülkelerin yaptığı
bölücü misyonerlik faaliyetleridir.
Bugün ülkeleri barış getirme vaadiyle istila eden Amerika, gelecekte
Türkiye’yi istila etmenin alt yapısını 1862 yılında Harput kolejiyle
oluşturmaya başlamış, bugün artık belli bir kıvama getirmiştir.
Ülkemizdeki Kürt sorunu bugün o hale gelmiştir ki Türk insanı artık
Doğu ve Güneydoğu’yu verip bu beladan kurtulma düşüncesine
sokulmuştur.
Yine öyle bir duruma getirilmiştir ki, ülkemizde tüm Kürtler hain
olarak algılanır olmuştur. Bu durum bir iç savaşın kaçınılmaz
olduğunun göstergesidir. Terör masum insanların canına kıymakta, canlı
bombalarla kalabalık meydanları hedef almakta, evinde sessiz sedasız
oturan insanların arabalarını ateşe vermektedir. İşte bu durum Türk
insanının gözünde tüm Kürtleri suçlu duruma sokmakta ve iç savaşın
ayak seslerini duyurmaktadır.
Bugün özgürlük isteyenlerin hangi özgürlükten bahsettiklerini hiçbir
zaman anlayabilmiş değilim. Birkaç yıl önce bir esnafın dükkanına
gitmiştim, alışverişimi yaparken yaşlı dükkan sahibinin yanındaki
yaşlı misafiriyle sohbetine kulak misafiri oldum: Dükkan sahibi
soruyordu misafirine:
“Bak, sen Muş’tan gelmiş, burada iş yeri açmışsın, kaç yıldır dükkanın
var Balıkesir’de?”
“Yirmi yıldır.”
“Peki, sen dükkan açarken kimse sana sen Muşlusun, burada dükkan
açamazsın dedi mi?”
” Demedi.”
“Şimdi niye burada dükkan açtın diyen var mı?”
“Yok.”
“Peki, ben şimdi gitsem, Muş’ta dükkan açmak istesem açabilir miyim?”
“Açamazsın, seni orada çalıştırmazlar.”
“Kim, devlet mi?”
“Hayır, Muş halkı, esnafı….”
“Peki, siz daha ne özgürlüğü istiyorsunuz, hangi özgürlükten
bahsediyorsunuz, size burada bu kadar özgürlük verilmişken daha ne
özgürlüğünden dem vuruyorsunuz?”
Misafirin söyleyecek sözü kalmamıştı artık!
Ülkemizde durum budur. Bu konuda elbette söylenecek çok söz vardır.
Buraya aldığımız konu Arvasi’nin çerçevesinden sadece küçük bir
kesitti. Sorunun ortaya çıkış yoluna değindik. Çözüm yollarını elbette
devletin ilgili birimleri düşünüyordur…
1. Hakkı Öznur, Seyyid Ahmet Arvasi, Alternatif Yay. S. 39, Ank. 2002
2. W. Radloff, Arberiten der Orchun, Expedition Atlas des Alterthümer
der Mongolei, Saintpetersburg, 1893
3. Seyyid Ahmet Arvasi, Doğu Anadolu Gerçeği, s.32, Burak Yay, İst.
1993
4. M. Sıddık Gümüş, İngiliz Casusunun İtirafları, Hakikat Kitabevi,
İst. 2004
5. Yrd. Doç. Dr. İlknur Polat Haydaroğlu, Osmanlı İmparatorluğu’nda
Yabancı Okullar, s. 138, Ocak Yay. Ank. 1993
6. Yrd. Doç. Dr. İlknur Polat Haydaroğlu, Osmanlı İmparatorluğu’nda
Yabancı Okullar, s. 138, Ocak Yay. Ank. 1993
Balıkesir Aydınlar Ocağı Seyyid Ahmet Arvasi Anma Programı Konuşma
Metni