Türk-İslam Düşüncesinde Durgunluk Konusu ve Nevzat Kösoğlu

Bu yazımızda, Türk İslam fikir dünyasında meydana geldiği iddia edilen Gazali konusunda büyük düşünürümüz Nevzat Kösoğlu’nun görüşlerini aktarmaya çalışacağım.
Bilindiği gibi İslam dünyasında bir fikri durgunluktan söz edilmektedir. Bu bahsedilen durgunluğa sebep olarak da büyük Müceddid Gazali ve onun çalışmaları gösterilmektedir. Bu konu İslam alimleri ve fikir adamları tarafından hep tartışılagelmiştir. Genel manada bakacak olursak Gazali’nin Türk-İslam düşüncesi konusunda bir olumsuzluğa sebep olmadığı yönündedir.
Şimdi bu konu ile olması bakımından son dönem en önemli fikir ve düşünce adamımız olan Nevzat Kösoğlu’nun bu konudaki görüşlerine bakalım:
“Her orijinal kültür, dünyanın değişik bir kavranma biçimini, insanın varlık karşısındaki sorularına kendine mahsus cevapları ihtiva eder. Diğer bir söyleyişle kültür, bu orijinal bakış açıları üzerine kurulur ve gelişir. Son tahlilde, bu bakışın temelinde bir inanç olayı vardır. Bu inancın, doğru yanlış hak yahut batıl olması meseleyi değiştirmez.”
“İslâm devletinin sürekli fetih halinde oluşu, onları daima yeni ve cevap verilmesi gereken meselelerle karşılaştırmış, bu hal, sürekli bir yorum ve değerlendirme, düzenleme cehdini gerçekleştirmiştir. Aşk devresinde bu yapılmış ve her meselede islâmî üslup kurulmuştur.”
Kösoğlu’ na göre İslam’ın parlak devirlerinde yapılan fetihler ve bu fetihler sonucunda karşılaşılan milletler, topluluklar nedeniyle çeşitli meselelere getirilen çözüm ve yorumlar inanç ve fikir dünyasında bir hareketliliğe sebep oluyordu. Daha sonra fetihlerin durması, sükunetin hâkim olması ister istemez bir fikri durgunluğa da sebep olmuştur.
“Fetihlerin durduğu dağılma devrelerinde fikri ve fiili bir içe kapanma görünmektedir. Güç kazanan ve yaygınlaşan tasavvuf akımı, bir nevi içe çekilme, oluşma, bir iman tazeleme görünümündedir.”
“Bir kültür, din Allah’ın, peygamberleri vasıtasiyle insanlara tebliğ ettiği emirlerdir, diye inanıyorsa, artık o kültürde, dinin kaynağını, mahiyetini araştıran büyük mütefekkirler çıkmaz. Bu kültürün meselesi, dinin ne olduğu değil, Allah’ın emirlerinin en doğru biçimde nasıl anlaşılabileceği ve nasıl uygulanabileceğidir. İşte, tefsir ve fıkıh tarihinin sayısız büyükleri.”
Kösoğlu’ na göre; bilineceği gibi, bir iman ve fikir hareketi hayatiyetini korumak için müesseseleşmek zorundadır. O fikir hareketi de müesseseleştikçe daha muhafazakâr olmak zorundadır. Müesseseleşen bir toplum ise ve insanlar için istikrar ve güven demektir. Bu durum ise aynı zamanda bir durulma ve canlılığını kaybetme durumudur.
“Bizim aydınlarımız, batı kültürünün idrak formları içinde düşünmeye alıştırılmaktadır. -Ne ölçüde başarılı olunabildiği ayrı bir mesele- İslâm düşüncesinin bakış açılarına, kavrayış biçimlerine yabancılaşılmıştır. Bu durumda İslâm kültürünün ürünlerinden nemalanması, onu geliştirmesi mümkün olmadığı gibi, garp karşısında değerlendirmesi de imkânsız olmaktadır. Aydınımız, İslâm kültürünün üslup ve kavramları Garp kültürünün üslup ve kavramlarına dönüştürebilirse, ancak o zaman, garbı kavradığı ölçüde bunları da idrak edebilecektir.”
Kösoğlu, önce İslami bakış açımızı değiştirmek gerektiğinden bahisle, İslami hayat tarzını aydınımıza yerleştirmek gerektiğini belirtir. Ardından da dünyayı tam bir Müslüman gibi görmek gerektiğini ifade eder.
Burada yine en büyük sorumluluk aydınlarımıza düşmektedir. Çünkü aydınlar halka örnek olacaklardır.
“Meselemiz İslâm düşüncesine mesafe kazandırmak, onu hareketlendirmek ise, başlangıç noktamız değişecektir. Önce İslâmî bakış açısını, varlık hayat anlayışını aydınımıza iyice yerleştireceğiz; onun kavrayış biçimlerine göre zihnimizi yeniden tanzim edeceğiz. İnsanın meselelerini bir Müslüman gibi düşünebilmek, dünyaya tam bir Müslüman gibi bakabilmek imkanına kavuşacağız. Bu idrakle, garp düşüncesinin geliştirip, genişlettiği problem sahalarına girerek tefekkürümüzü geliştireceğiz.”
“Bu bakımdan, merhum Akif’in, “Asrın idrakine söyletmeliyiz İslâm’ı” sözünü, muasır düşüncenin ulaştığı problem sahalarını bilmeli, onlara İslâmî bir idrakle bakmalıyız, şeklinde anlamak zorundayız. Burada, “Asrın İdraki” ile kastedilen, Batı kültürünün idrak kalıpları değil, İslâm milletlerinin henüz ulaşamadığı, muasır düşüncenin tanıdığı problem sahalarıdır. İnsanlık yeni şeyler öğrenmiş, yeni şeyler tanımış ve idraki genişlemiştir. Bu bilgi ve aynı zamanda problem sahalarının genişlemesidir. Bütün bu oluşlardan haberdar olmak, onları İslâmî bakış açısından kavramak ve genişletmeye çalışmak durumundayız. Bu ise köklü bir iman hareketini, şevkle iman tazelemeyi gerektiriyor.”
“Bundan kastımız, yabancı dünya görüşlerinin değil, İslâmın bakış açıları içinde meselelere bakabilmek, onları idrak edebilmek, değerlendirebilmektir. Bu güce kavuşmadan, -Bir bakım, yarım yamalak batılı bakış açıları içinde- yapacağımız ayrımlar, giderek kendi mukaddeslerimizi kaybetmeye kadar ulaşır. Müstakil -yani kendine has- değerlendirme gücünü kaybeden bir zihnin yapacağı ayrımlar ve değerlendirmeler, özün de formun da bağlı olduğu zihni yapıya mahkûmiyetine gider.”
“Ancak, üçüncü yol vardır: Köklü bir iman tazeleme hareketi… Yeniden doğuş, dünyayı, hayatı yeniden anlamaya, kavramaya çalışmak. Bu inanç hareketi çok büyük bir kültür hareketi içinde olacaktır. Burada temel olan, öğrenmekten önce, gerçekten inanmaktır. Hareket, cemiyeti ruhundan kavrayacak, sürükleyecektir. Yirminci asrın her sahada ortaya serdiği bir sürü problemler bu iman hareketinin dünyaya bakışı içinde yeniden değerlendirilecek, hükümler verilecektir. Düşünce istiklalini temin edecek olan, orijinal ortaya koyabilecek olan bu harekettir. Klasik tartışmaya bu açıdan bakınca, içtihattan önce, tecdidi imana ihtiyacımız vardır.”
“İslâm aleminin baskılardan kurtulması, evvela, düşünce istiklaline kavuşması ile mümkündür. O zaman, bu kültürel etkiler baskı olmaktan çıkar ve daha güzel oluşların zengin malzemeleri haline dönüşürler. İnanmış aydınlar yeniden inanıp, kendi dünya görüşlerinin heyecan ve emniyetine ulaştıkça, ezilmişlik duygularından kurtulup, yeniden zihni mücadele dönemine girebilirler. Ancak böyle bir ruh içinde, İslâmî anlayışın bütün imkanlarını sergilemek mümkün olabilir.”
“Şu anda inanmış aydınlarımız, imanını batı düşüncesine yahut ilme teyid ettirmek gibi bir gayret içinde görünmektedirler. İlim, imanı güçlendirebilir, ilimden imana geçilebilir ama, inanç, esasta kendi başına bir oluştur. Onun süreci, iman konularını tek tek ilme veya bir başka düşünceye teyid ettirmekten geçmez.”
“İktisadi ve sosyal gelişme, belli ölçüde, dünya karşısında takınılan tavırla, bakış açısı ile ilgilidir. İslâm’ın nazari ilkeleri ise ilahidir yani mükemmeldir. Müşahhasta nasıl tecelli edeceği ise, ne ölçüde gerçekleştirilebileceğine bağlıdır. İnanç yeniden alevlendirilirse, içinde doğduğu kültürün şartlarını değiştirerek ve şartlarına göre imkanlarını ortaya koyar.”