İmam-ı Gazali’den beri Türk-İslâm dünyasında meydana geldiği ileri sürülen fikri ve ilmi durgunluk konusunda bazı insanlar işin kolayına kaçarak büyük mütefekkir Gazali’nin bu durgunluğun müsebbibi olarak gösterilmesi adeta güncel deyimi ile moda olmuştur. İslam dünyası veya kısaca İslamiyet konusunda tereddütleri olan veya daha açık ifade edelim kendilerini pek İslam’dan saymayan insanlar bu hurafeye dört elle sarılmışlardır. Kim, nerede, nasıl bu önemli konuyu derinlemesine incelemiş, Gazali’nin fikirleri, çalışmaları ve ortaya koyduğu ilmi görüşlerin hangisi bu duraklamaya sebep olmuştur pek de bilinen bir konu değildir. Bu konular pek de açıklanmamaktadır.
Toplumda, diğer konularda olduğu gibi slogan ve şablon kendi düşüncelerine biraz uygunluk gösteriyorsa hemen kabul gibi bir durum vardır. Gazali de özellikle gizli açık İslam düşmanlarında bu kabulden nasibini almaktadır.
Durgunluk için şu söylenebilir; bir dönem veya bazı dönemler insanların işin kolayına kaçarak kendileri için rehber-otorite kabul ettikleri kişilerin söylediklerinin üzerine bir şey koyma ihtiyacı duymamışlardır. Bu durum bir rehavet doğurmuş olabilir.
Bu konuda İlahiyatçı Prof. Dr. Hayrettin Karaman [1] ne demiş ona bakalım. Hoca’ya göre; Moğol istilası, ticaret yollarının değişmesi veya insanların İslami hayattan uzaklaşması gibi sebepleri ileri sürenlerden bahseder. Bu durumların bazı menfi neticeler doğurduğunu ifade ederek:
“Gazali ve sonrasında ilim, düşünce, sanat ve teknolojide İslâm dünyasını geri saymak mümkün değildir. Durgunluğa gelince, bunu de büyük çalkantılardan sonra huzur ve sükûn arayan İslâm milletinin, Sünni düşüncede karar kılmasına bağlayabiliriz. Eş’ ari, Matüridi, Gazali gibi alimler Hind ve Yunan düşüncesinin tesiri altında gelişen gayr-i Sünni düşünceleri karşılamış, bunlara karşı Sünni düşünceyi başarılı bir şekilde ortaya koymuş ve savunmuşlardır. Ayrıca Gazali, şeriatla tasavvufun, zahirle batının birbirine zıt ve düşman olmadığını, bir bütün olan İslâm’ın birbirini tamamlayan kısımları yahut farklı açılardan görüntüleri olduğunu ortaya koyman suretiyle bir başka huzur ve sükûn formülü getirmiştir.”
Görüldüğü gibi Gazali’nin; Şeriatla Tasavvufun birbirine zıt ve düşman olmadığını İslamın farklı açılardan yorum veya görüntüden ibaret olduğunu ortaya koyduğunu belirtmektedir.
Karaman hoca devam ediyor:
“Çağımıza damgasını vuran ilmi, felsefi ve teknolojik gelişmelere temel teşkil eden büyük değişme Batı’da 16. Ve 17. Yüzyıllarda meydana gelmiştir. İslâm dünyasının bugünkü geriliğinden sorumlu tutabileceğimiz nesiller de o çağlardan itibaren yaşayan, dünyadaki ilmi-felsefi titreşimlerden etkilenmeyen nesillerdir. Bugün İslâm düşüncesinin, aradaki mesafeyi kapatmak için takip etmesi gereken yolu araştırırken geriye, İslâm’ın ilk devirlerine bakmamız gerekecektir.”
“19. Ve 20. Asır İslâm mütefekkirleri Batı ile aramızdaki mesafeyi kapatmak üzere harekete geçince yine iki yol tutmuşlardır. 1. Batı düşünce ve değerlerine İslâm’ı intibak ettirmek, uydurmak isteyenlerin yolu; 2. İslâmî düşünce ve değerleri özünde muhafaza ederek, bugünkü akıl ve ilmi veriler yardımıyla anlatma, savunma yolu; bunlara biz “müceddid” demeyi tercih ediyoruz.”
Karaman Hoca’ya göre günümüz dünyasında bütün sistemler denenmiş buna karşılık İslam ise henüz tam manasıyla denenmiş değildir. Yeni nesillere yeniden kafa ve gönül birliği ile yeniden imandır.
Kur’an’ı Kerim ve sünnet dini olanın vazgeçilmezidir. Kur’an’ı Kerim yorumlanırken lafzi maksattan başka günümüz şartların göre çözüm değil asıl önemli olan maksattır demek elbette yanlış olacaktır.
Bugün İslam toplumları ve İslam kültürü her türlü Kapitalist ve Marksist düşüncede olanların baskısı altındadır.
Karaman hoca devamla;
“ Dünya yüzünde devlet nizamından ahlaka, eğitim ve öğretim kadar İslâm bütün prensiplerini, modern yorumlar içinde bünyesinde uygulayıp da problemlerini çözememiş bir toplum de mevcut değildir. Yani değer sistemler denenmiş, İslâm ise günümüz şartlarında bütünüyle denenmemiştir. Nazari olarak İslâmî esasların zihni, ahlaki, iktisadi ve sosyal gelişmeyi engellemek şöyle dursun, teşvik ettiği rahatlıkla söylenebilir: zamanımızda bunu nazari ve ilmi olarak tutarlı bir açıklamaya kavuşturan birçok eser kaleme alınmıştır. Şimdi yapılacak şey önce yeniden imandır; İslâm’ın devrinin geçmediğine, geçmeyeceğine inanmaktır. Sonra eğitimdir: yetişen nesillerin kafa ve kalplerini bölmeyen, onları çelişkiler içinde kıvrandırmayan, bütünleyici, tutarlı, dengeli bir eğitimdir. Bu arada yüksek seviyede ilim ve düşünce üretimi için gerekli tedbirleri almaktır. [2] ”
 **

[1] Prof. Dr. Hayrettin Karaman. 1934 yılında Çorum'da doğdu. İlkokulu burada bitirdi Sonra özel olarak Arapça ve İslâmî ilimler tahsil etti. Konya İmam Hatip Okulu'na girdi ve ikinci dönem mezunları arasında yer aldı (1959). İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü'nde okudu ve ilk mezunlarından biri olarak 1963'te öğrenimini tamamladı. İki yıl İstanbul İmam Hatip Okulu'nda meslek dersleri öğretmeni, sonra İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü'ne fıkıh asistanı oldu. ‘Başlangıçtan Dördüncü Asra Kadar İslam Hukukunda İctihad’ konulu tezi ile fıkıh öğretim üyesi oldu (1971). Aynı yıl İzmir Yüksek İslâm Enstitüsü'ne tayin edildi. 1975'te tekrar İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü'ne döndü. Yüksek İslâm Enstitülerinin İlahiyat Fakülteleri'ne dönüşmesinin ardından akademik çalışmalarını tamamlayarak sırasıyla doktor, doçent ve profesör unvanlarını aldı. Eylül 1976 - Eylül 1980 yılları arasında yayımlanan Nesil dergisini çıkaranlar arasında bulundu.
[2] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, “İnanmış Aydının Problemleri” Hayrettin Karaman cevapları. Mayaş yayınları, Ankara 1983, sayfa: 79-83