Gönül hânemize yine bir hazan rüzgârı esti… Ölüm, her zaman olduğu gibi yine “erken gelen” yakıcı bir nefesti…
Mart ayazında kalplerimiz bir kere daha üşüdü ve yeniden buz kesti… Kûs-i rıhlet çalınca, sararan yapraklar birer birer düştü dalından… Ve “Kubbe-i Hadrâ”dan feyz alan bir güzel insan daha “Ircı’i”[ Fecr, 89/28] (Dön!) fermânına uyarak hicret etti bu hayat masalından…
Nefesler sayılı, hayat vefâsız, zaman acımasız… Ölüm, herkesi eşitleyen yalın bir gerçek… Ölümle noktalanır, hayatın bu fânî dünyada insanlara verdiği mühlet… Zîrâ ölüm, “..Her nefsin mutlaka tadacağı..”[ Enbiyâ, 21/35; Ankebût, 29/57 ] ve inkârı katiyen mümkün olmayan apaçık bir hakîkattir...
Ölüm, inancımıza göre fânî hayâta son noktayı koysa bile, bâkî dünyaya vâsıl olmamızı sağlayan bir mukadderattır... Ölüm; “..Allah’tan geldik, dönüş yine O’nadır..”[ Bakara, 2/156] emr-i İlâhî’sine icâbet etmekle başlayan bir vuslattır… Ölüm; ölümün öldüğü ebedî bir âlemde yaşanan rûhî bir hayattır… Ölüm;
her lahzâ kendisini bize hatırlatan, ama bizim bir türlü tam olarak idrâk edemediğimiz “en büyük nasîhattır.”[ Fudeyl b. İyaz]
Ölüm, İlâhî dâvete uymak ve bir başka dünyaya doğmaktır... Bu dünya hayâtında insana verilen ömür sermâyesi ölümle noktalanır... Yolların başlangıç ve bitiş noktası hep Allah(c.c.)’a varır... Bu yüzden bir ehl-i dil de;
“Ya İslâm’da erirsin,
Ya inkârda çürürsün,
Yol mezarda bitmiyor;
Gittiğinde görürsün…”[ Abdurrahim Karakoç]
diyordu… Fuzûlî’nin;
“Gelin ey ehl-i hakîkat, çıkalım dünyadan
Gayrı yerler görelim, özge safâlar sürelim…”
dizelerinde söylediği gibi, ten kafesi açılırken; can kuşu hürriyete kanat çırpar, gemilerin geçmediği sonsuz bir ummâna yol alır… Güneş gurûb eder, zaman birden kırılır ve âniden bâkî âleme yeni bir kapı açılır…
Herkes için, gün batar, söz biter, kalp durur, ibre sona vurur... İnsanoğlu;
kaçınılması aslâ mümkün olmayan başlangıcın sonuna ya da sonun başlangıcına vâsıl olur...
Ve “Ömür Dediğin”den geriye;
unutulmayan hâtırâlar, yürekte saklı yaralar, îfâ edilen ameller, hayat bulmayan emeller, yarınlara dâir hayâller, Mâverâ menzilli ideâller, yaşatılan fazîletler, yapılan ibâdetler, bir türlü yapılamayan hamleler, “keşke” diye başlayan sayısız cümleler, Hak yolunda çekilen zahmetler, katlanılan mihnetler, gösterilen gayretler ve çekilen çileler kalır… * * *
İşte 16 Mart 2013 Cumartesi Günü sabaha karşı; “Gül” kokulu, “Kıble” yürekli, “Hilâl” bakışlı, Bozkurt duruşlu ve “Ülkü denen nazlı gelin”e[ Nihal Atsız, Yolların Sonu, Selâm, 41] sevdâlı bir güzel insan daha Hakk’a vuslat için Âlem-i Cemâl’e yürüdü…
“Hüseyin Aras Başkanımız”ın rahmet-i Rahmân’a vuslat haberiyle birlikte; onu tanıyan herkesin, özellikle de 12 Eylül öncesini İzmir’de yaşayan ülkücülerin yüreği bu sefer bir başka yandı ve gönül dağını simsiyah bir duman bürüdü…
Dede Korkut’un; “Gelimli gidimli dünya / Son ucu ölümlü dünya” mısraları dilimize düşerken; mâzîde kalan hâtırâlarımız da gönül ufkunda kıyâma durdu… Gözlerimiz terledi, bakışlarımız ıslandı ve bir yumruk gelip boğazımıza oturdu…
Artık yaşı çoktan altmışına merdiven dayamış olan bizim nesil de;
“Bu dünyaya gelen kişi, âhir yine gitmek gerek,
Misâfirdir, vatanına bir gün sefer etmek gerek.”[ Yunus Emre]
dizelerini daha sık söyler olmuştu…
“Onlar” diye tesmiye ettiğimiz; başı dik, alnı ak ve dâvâsı Hakk olan, “Kevser akan ‘Gül’ kokan”[ Nûrullah Genç, Rüveydâ, Rüveyda, 65]; Anadolu’nun alın teri, “Bu Ülke”nin[ Cemil Meriç, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 1984] “yerli”leri, Türk’ün yürek sesi, Türk Dünyası’nın beşik kertmesi ve ideâlizmin son efsânesi olan “Bizim Çocuklar” da artık birer birer terk-i dünyâ ediyordu…
Ahmet Turan Alkan’ın dediği gibi, zâten Muhsin Başkan’ın şehâdetinden sonra, emr-i Hak rahmetlinin bütün yaşıtlarını, nesildaşlarını, ülküdaşlarını bir anda kocaltmıştı ve artık hiç birimiz genç değildik…
Ve İzmir Ülkücüleri olarak rahmetli Dr. Erol Atik, Aşur Demirbağ, Mahmut Odabaşı, Kamber Aydın, Nâdir İnal, Muzaffer Genç, Muzaffer Gökçen, Hüseyin Balkan, Dr. İsmail Cengiz, Suday Savrun Sandık, Dr. Cengiz Karalezli, İlhami Bölük, Subutay Demir ve Mehmet Arıcan’dan sonra Hüseyin Aras’ı da rahmet-i Rahmân’a tevdî etmiştik [O günden bugüne İzmir’in gâzi ülkücülerinden; Aslan Demirci, Mehmet Uyanık, Mustafa Kurucu, Uğur Derviş Tekdal, Selahattin Bayraktar, Erdoğan Poyraz, Erkan Yıldırımkaya, Mehmet Söyler, Ahmet Kolutek, Ali İhsan Güneş, Ahmet Arslan, Dr. İsmail Özpınar, Yavuz Epik, Hüseyin Düz, Dr. Fethullah Esmeray, Mehmet Altaylı, Hüseyin Baydar da Âhiret Yurdu’na gitti…] Devamı Yarın...
“Ülkü Denen Nazlı Gelin”e Sevdâlı Bir Güzel İnsan: Hüseyin Aras -1
