Yaşam ağacı

Masasında duran, üzerinde yaşam ağacı işlemeli deri sigara tabakasına baktı. Yaşam ağacı insanlık tarihinin neredeyse tüm toplumları için önemli, sembolik bir değerdi. Türk geleneğinde şamanlar dünyanın tam göbeğinde yer alan bu ağacın bir kordon misali yeryüzünü beslediğine inanırlar, tıpkı anne karnındaki insan yavrusu gibi.

“Dünya daha doğmamış mı acaba?” diye düşündü. Bir sigara çıkardı, gül ağacından yapılmış sigara ağızlığına yerleştirdi, gümüş zippo çakmağıyla sigarasını yakıp koltuğunda arkasına yaslandı.

“Her şeyin belirlendiği, her şeyin her şeye bağlı olduğu bir yeryüzünde insanın özgürlüğü tam olarak nereye düşer?” diye sordu kendine.

1973 yılında ünlü nörofizyoloji profesörü J.M.R. Delgado bir deney yapar. Denek, beyin sinyallerinin tespiti ve kontrolü için bir düzenekle bağlanır. Kendisinin üzerinde deney yapılacağını bilmektedir ama ne yapılacağı konusunda bir fikri bulunmamaktadır deneğin. Bağlanan düzenek sayesinde, bir uzaktan kumanda yardımıyla deneyi yapan bilim adamlarınca deneğin başı sağa-sola çevrilebilmektedir. Deney başlar. Bir müddet sonra Delgado kumandaya basar, denek başını sağa çevirir. Bir müddet sonra yeniden uzaktan kumandaya basılır, denek bu defa başını sola çevirir. Deney tamamlandığında çarpıcı sonuç denekle yapılan görüşmede ortaya çıkar; “başını neden sağa-sola çevirdin?” sorusuna denek “yanımdaki masanın üzerinde duran kaleme uzanmak istedim, terliğime baktım, duvardaki tablo dikkatimi çekti” gibi yanıtlar verir.  Aslında, bir uzaktan kumanda marifetiyle beynine sinyaller gönderilerek başının hareket etmesi sağlanan denek, söz konusu hareketleri kendince nedenler bularak temellendiriyor ve zihin dünyasında anlamlı bir yere oturtuyordu.

Sigarasından bir nefes çekti, Spinoza’nın “Havaya fırlatılan bir taş konuşabilseydi, mutlaka kendi arzusuyla yolculuğa çıktığını söylerdi” sözünü hatırladı.

1985 yılında da benzer bir deney yapılır. “Libet deneyi” olarak anılan bu deneyde, denekler yine sinyal alışverişi sağlayan bir düzenekle bağlanır, deneklerden “istedikleri zaman” kollarını kaldırmaları, parmaklarını oynatmaları ve buna karar verdikleri anı kaydetmeleri istenir. Kurulan düzenek sayesinde beyindeki sinyal dalgaları tespit edilebilmektedir. Deney, deneklerin karar verdiklerini kaydettikleri andan yaklaşık 350 mili saniye önce beyinlerinin eylemi komuta eden ilgili bölümlerinin aktive olduğunu ortaya koyar. Bu durum, karar vermeden saniyenin üçte biri kadar bir zaman aralığında, beynin biz farkında dahi olmadan söz konusu eyleme karar verdiği anlamına gelmektedir.

Bu deneylerden yaklaşık 350 yıl önce yaşamış, her şeyin determine edildiğini ve birbirine bağlandığını savunarak aynı kanaatleri paylaşmış Spinoza, tesadüflerin olduğu, hiçbir şeyin nedensellik ilişkisiyle birbirine bağlanamadığı bir yeryüzünün güvensizliğine vurgu yapmış; insanın, eylemlerini geçmişe dönüp nedensellik ilişkisiyle açıklayabildiği ve bunu idrak edebildiği ölçüde özgür olabileceğini söyleyerek işin içinden çıkmayı başarabilmişti.

Filtresine dayanan sigarasını dedesinden kalma kül tablasına bastı, söndürdü. Konunun buralara geleceğini tahmin etmiyordu. Özgürüz ya da değiliz gibi bir sonuca ulaşmak, bir yargı bildirmek zorunda da hissetmiyordu kendini. Bunca düşünür, bilim adamı bir çırpıda bu işin içinden çıkamamıştı ama yine de, en azından içinden geçeni kendine ifade etmeyi deneyecekti.

“Her şeyin sebeplerle açıklanabiliyor olmasının, insanın kurgulanmamış geleceğe uzanan eylemlerinde tercih hakkına sahip olmadığı anlamına gelmezdi” dedi içinden.

İnsan dediğimiz; geçmişidir, şimdisidir, koca bir insanlık tarihinin parçasıdır, travmasıdır, biraz babasıdır, bir parça mahallesidir, doğduğu topraktır, kurduğu aidiyet ilişkisidir, inancıdır, beynidir, sinir sistemidir. “Aslında” dedi,  “mesele insanın tanımında”. İnsanın tanımı değişince, tüm olgu ve olaylara verdiği anlam, kanaatleri, yargıları, tanımlamaları değişirdi.

“Peki gerçeği ne zaman öğreneceğiz?” diye sordu.

“Yaşam ağacı kesilip dünya hakikate doğduğu zaman” dedi içinden.