Yazarını Ağlatan Röportaj (Bir Sanatçının Yalnızlığı)

Ressam ŞairYazar İsmail Bağcı'yı tanıyor ara sıra onunla “Aynalı Kahvede” sohbet ediyorduk. Sıradan değil sıra dışı yorumları, keskin ifadeleri ve sert şiir yorumlarıyla hep ilgimi çekerdi. Yüreğinden akıyormuşçasına şiir okuduğunda etkilenirdim. Şiir yorumu çok etkileyiciydi. Hayatı ile ilgili fazla bigi sahibi değildim. Rica ettim sizinle bir röportaj yapmak istiyorum dedim. Önce gerek yok dedi, daha sonra ısrarlarım üzerine olur, gel hem de evdeki yaptığım resimlerimi gör dedi.

Yine “Aynalı Kahvede” buluştuk, sohbet ettik. Arkadaşlardan izin isteyip evine geçmek üzere oradan ayrıldık. Notlarımı ve fotoğraf makinamı da alıp evine vardık. Kapıyı açtı, malikanenin sessiz sedasız kapı gıcırtısıyla içeri daldık. Kimsesi yoktu, çocukları yetişmiş evden uçmuşlardı. Eşinden de ayrı yaşadığını öğrenmiştim. Yalnız yapayalnızdı. Bu da benim içimi acıtıyordu. İçime bir hüzün çöktü. Evde dolaşan bir kedi bile yoktu. Bahçe kapısını kapatınca gönlüme bir hüzün düştü. Ne soracağımı bile unutmuştum. Havadan sudan sohbete başladık.
   
Ressamlığı, şairliği ve yazarlığı beni etkilemişti. Yaptığı orijinal tabloları bir bir inceledim, elden geçirdim, fotoğraflarını çektim. Kimse olmadığı için birlikte fotoğrafımızı çekecek birisi yoktu. Caddeye çıktım bir öğrenci buldum, rica ettim utana sıkıla geldi fotoğraflarımızı çekti ve evden kaçarcasına ayrıldı.

İsmail Bağcı Ağabey uzun yıllar Yozgat'ta kalmış, binaların iç dekorasyonunu hazırlamış, tabelacılık yapmış. Eski evlere orijinal tablo resimleri çizmiş. Resme olan ilgisi beni çok etkiledi. Güzel sanatlara hayran bir insanla karşılaşmıştım. Onda kendimi, kendi hayatımı buldum. Uzunca bir zaman sohbet ettik. Özel konularına giremedim, sanatından çalışmalarından söz ettik. İşini bu denli seven, işine hayran bir sanatkarla karşılaşmıştım. Büyük bir hayranlıkla onu dinledim, tablolarına baktım. Beni oldukça etkilemişti, aslında dokunsalar ağlayacak gibiydim...

“Sanatçının Yalnızlığı!”

İsmail Bağcı iyi bir ressam, iyi bir sanatçı ve iyi bir şair... Çok okuduğu, yazdığı, kalemini güçlü kullandığı her halinden belliydi. Mesleğine aşık bir insanla karşılaşmıştım. Güçlü kalemi beni çok etkiledi, duygulandırdı. Bu güçlü kalemin susması, topluma küsmesi, hayattan kopması bizim ayıbımız olmalıydı? Kalemin kılıçtan keskin olduğunu ben onda gördüm, onda yaşadım. Sanatçının yalnızlığını ve çaresizliğini onda yaşadım !...

Uzun yıllar yurt dışında Almanya'da kalmış. Orada da ressamlığını öne çıkarmış, usta kalemlerin arasından çıkıp zirveleri yakalamış. Sonra Didim'e gelmiş. Didim'deki yaşamından övgüyle söz etti. Peki Didim'den niçin ayrıldın dedim. Baba ocağım boştu, onu şenlendirmem gerekiyordu, memleketime olan özlemim beni buraya taşıdı diyordu. Onu bilmem ama ben Yozgat'a gelişine üzüldüm. Çünkü sanatı ileriye değil geriye gitmiş. Unutulmuş, sahipsiz, ilgisiz, çaresiz kalmış Yozgat'ta !..

Yozgat'a dönüş onun bitişini hazırlamış. Güçlü bir kalemin, sanatçının yalnızlığı, ilgisiz kalışı yüreğimi dağladı. Unutulacak, terk edilecek bir insan mıydı İsmail Bağcı ? Üreten, Ressam ve kalemini kılıç gibi kullanan kaleminden güzellikleri yansıtan bir insan unutulamazdı. Evlendikten sonra çocukları yuvadan uçmuş, yalnız kalmış torunu Dilşad'tan söz etti, beni hayata bağlayan tek dalım o diyordu. Dilşad'ı görmedim ama, dedesinin gözündeki hayat ışığına tanık oldum.

Oğluna Yazdığı Şiiri
Adeta Ağlayarak okudu!

 20 yaşında kansere yenik düşen oğlundan söz etti, ona yazdığı şiiri okudu. Yüreğimin yerinden kopup ağzıma geldiğini zannettim. Ağlamamak için direniyordum. Soru üstüne soru yönelttim. Bahçeye çıktık, solmaya başlayan çiçeklerin önünde fotoğrafını çektim. Bu çiçeklerden faydalanıp kök boyalar ürettiğini anlattı. Bitkileri, çiçekleri kullanıp orijinal boyalar üretiyormuş, kendisini tebrik ettim, kutladım. Başarısına duyduğum hayranlığı ifade ettim.
.. ..... ...... ....
“Sert bir rüzgar eser idi Söke Ovası'nda
Sanırdım ki, benim körpe fidanımı sökecek!
Elmas yaşlar parlasaydı Sürmeli gözlerinde,
Sanırdım ki, yanağının güllerini dökecek!

Yıllar, seneler, asırlar vız gelir bana;
 Kavuşmanın nedir yolu sorarım sana,
Hasretin çekiyor evlat… Beni de, beni de al yanına:
Yer ayır, dar olsun, geniş olsun önemli değil babana…” (İsmail Bağcı)

Röportaj bitti hüzünle ona veda ettim. İçimi çok acıtmıştı hayatı, yalnızlığı... Evde tam beş saat zaman ayırdım temize çektim. Geç saat olunca yorgunluktan uyuya kalmışım. Sabah kalkıp yazdıklarımı bi okuyayım, yanlışları var mı bakayım dedim. Okudum, okudum, ağladım, yazıma daldım. Kontrol bitince hıçkıra, hıçkıra, hüngür hüngür ağlamaya başlamıştım. Sesimi duyan olsa kesin bu evde bir cenaze var derdi. Duygularım birikmiş çağlayan seline dönüşmüştü. Bir usta kalemin yok oluşuna, bir sanatçının çaresizliğine, bir babanın yalnızlığına, ilgisiz kalışına ağlıyordum.

Kim bilir belki bu röportajda kendi kaderimi bulmuştum. Uzun süre ağladım, hıçkırıklarım bitince de ... Ben ne yapıyorum demeye başladım... İyi ki evde yalnızdım , iyi ki onu tanımıştım...