Yozgat’ta yaşanır mı la…

Kulak misafiri oldum sohbetlerine.

Bıyıkları yeni terlemiş iki erkek öğrenci.

Yaşanır mı la Yozgat’ta diyor sarışısın olan, diğeri de ‘Valla yaşanmaz’ diyerek ekliyor söze.

Dayanamayıp soruyorum nereli olduklarını, merkeze bağlı bilmem ne köyünden.

Bizim çocuklar.

81 il içerisinde neden yaşanmayacak il olarak görüyorsunuz Yozgat’ı dediğimde, “Abi terörün olduğu yerler dışında yaşanmayacak il, gitsek buralardan” yanıtı verdiler.

Göç denilen virüs öylesine işlemiş ki bir yerlerimize,

Öylesine gitmeye, Yozgat’ı terk-i diyar eylemeye güdümlüyüz ki, soğuk hava dahi buna sebep olabiliyor.

Göçün sebeplerini sayın desem; işsizlik, sağlık, eğitim diye sıralar gideriz.

Bana sorarsanız, bugün göçün en önemli sebebi ne işsizlik ne sağlık.

Psikolojik olarak şehirde yaşama arzusu.

Mesela kızlar artık köyden biriyle evlenmek istemiyor.

Kimi ahırdaki hayvanları çekmek istemiyor kimi şehrin lüks (!) yaşantısını hayal ediyor.

Köyde, kendi dünyasında, varlık içerisinde, organik bir yaşam yerine şehirde 60-70 metre karelik yarı açık cezaevini andıran güneş görmez evlerde yaşamayı, asgari ücretle şehir hayatı ile mücadele etmeyi, üstüne bir de memleket hasreti çekmeyi yeğliyor benim insanım.

Köydeki gençler artık evlenecek kız bulamıyor.

Yanlışlıkla evlenenler ise eşinin zorlaması ile baba yurdunu terk edip şehirleri mesken tutuyor.

Yıllarca işsizlik yüzünden terk ediyorduk, kaçar gibi gidiyorduk memleketimizden.

Ama bu gün çok da öyle olduğu kanaatinde değilim.

Topraklar boş, işleyecek insan yok, kızlar köy hayatını istemiyor, ya da gençler şehirde bir fabrika işçiliğini kendine reva görüyor.

Büyük denizde boğulma sevdası yaşamamızı nefessiz bırakıyor.

Ve göçün en büyük hastalığı bir virüs gibi alıp yürüyor.

Acı bir durum…

Başında da ifade ettiğim gibi, çocuk yaşta güdümlü hale geliyoruz Yozgat’tan gitmeye.

Gidince her şey düzelecek, hayat dizilerdeki gibi toz pembe olacak zannediyoruz.

Bizim olana kıymet vermeyen dünyamız, maalesef kışın soğuğunu dahi bahane edecek, ayazına kızdıracak, gök yüzünden süzülüp düşen rahmetine isyan ettirecek hale geliyor.

Yazık…

Yozgat’ta yaşanır mı la, dediğimiz an, aslında dünya yaşanmaz hale gelmiş,

Kurduğumuz hayallerin altında kaldığımızın resmidir.

Hayaller dizilerin pembe köşkleri, gerçekler ise Yozgat’ın bilem ne köyünden İstanbul’un 60 metre karelik evinde mahkum…

Şimdi soruyorum, Yozgat’ta yaşanır mı la?

Kaba konuştuysam affola…