Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu

 

Ağustos ayı “Zaferler Ayı” demiştik. Türk tarihinde ağustos ayının ayrı bir yeri vardır. Pek çok önemli savaş bu ayda kazanılmıştır. Biz de bu ayın hususiyeti nedeniyle hem zaferlerimizi hatırlamak hem de büyük Tarihçimiz İbrahim Kafesoğlu’nun eskimeyen bir yazısı ile bu aya bir katkıda bulunmak istedik.

Ünlü tarihçimiz bundan 58 sene önce bu yazısında Türk’ün zaferlerinin mana ve önemini izah etmektedir. Bu zaferlerin kaynağında sadece bilek gücünün olmadığı, seferlerden öncesinde toplumun psikolojisi, toplumun yapısı ve toplumun düşünce yapısınında çok etkili olduğunu belirtmektedir. Tarihte kazandığımız büyük zaferlerimizin hatırlanması açısından ilgi ile okunacağını umuyorum.

“Savaş, bir milletin haysiyetini ve varlığını ortaya koyduğu en çetin imtihandır. Yalnız silâhların konuştuğu sanılan bu imtihanda ancak maddî güc, mânevi değerlerle beslenip desteklendiği müddetçe zafere ulaşılır. Savaş gibi bir ölüm-kalım muhasebesinde muvaffakiyet şansı sulh devresinin millî beraberliği koruyucu ve kuvvetlendirici çalışmalariyle pek yakından ilgilidir ve mücadele, çok daha önceleri, barış yıllarında kazanılır veya kaybedilir.”

 

“Bunlar birer gerçektir. Fakat yine gerçek olan bir husus da şudur: Tarihin karanlıklara gömüldüğü çağlardan bu yana binlerce yıllık hayatı boyunca Türk milleti, hemen her devirde, ruhî asaletinde billûrlaşan yüksek kültürle bezenmiş başını zafer dizilerinden örülü emsalsiz taçlarla süslemiştir. Denebilir ki, zaferin sınırsız zevki ile olgun mâneviyat arasında, hiçbir millet, Türk kadar sıkı bir rabıta tesisine muvaffak olamamıştır. Maddî kuvvetin eseri askerî zaferlerle ruh dünyasının, Türklerde mevcut bu âhenkli imtizacina bilhassa dikkat etmek lâzımdır. Zira bu, bizim ne sebeple savaşla dost, zafere tutkun olduğumuzu ve neden ölümsüz millet hüviyeti ile yükseldiğimizi gözler önüne serecek en kıymetli delillerden birini teşkil eder.”

 

“Zaferde cesaretin ilk plânda rol oynadığı doğrudur. Ancak bu hasletin bir toplumu, millet bütünlüğü halinde, başarıdan başarıya koşturmak için yeter bir faktör olmadığı da muhakkaktır. Cesur fakat cahil, korkusuz fakat fikir ve duygu yoksunu öyle kütleler vardır ki, neticeleri bakımından, makbul olmıyan, sönük ve çok kere insanlığa zararlı boğuşmalara atılmışlardır. Bu gibilerin gayesi, hodbince gururlanmak ve kendi hesaplarına, talihsizlik kurbanlarını sömürmek noktalarında toplanır. Türkler bu bedbaht, kısır telâkkileri taşıyanlar kategorisinin dışında yer almıştır. Tarihin bütün açıklığı ile ortaya koyduğu üzere, savaşlardaki civanmertliğimiz, mağlûplar karşısındaki asîlâne tavrımız, itaatimize giren kavimler hakkındaki insanî düşüncelerimiz Türklerin ne kibirlenme, ne de istismar için değil, fakat beşeriyeti ilerletmek, kültürleri zenginleştirmek ve dünya medeniyetinden bütün cihanı nasipli kılmak maksadiyle çarpıştıklarını isbat eder. Ömrünü insanlık hayrına böyle israf edercesine harcayan başka bir millet daha göstermek pek kolay olmasa gerektir. Esasen Türklerin asıl muvaffakiyeti de bu harikulâde tutumlarında gizlidir. Büyük milletimiz bu kudretini, her toplumda az çok rastlanan, cesaretinden ziyade, o cesaretin kültür ve beşerî hislerle kaynaşmasının mahsulü olan kahramanlığından almaktadır. Eski tarihimizde «alp» ler, islâmî çağımızda «gazi»ler işte bu orijinal Türk kahramanlığının tarihî vesikalarla tesbiti mümkün olan tipleridir.”

 

“Türk zaferlerine kaynak vazifesi gören kahramanlığın parlak şekilde belirdiği birçok tarihî işaretler mevcuttur. Meselâ fütuhat yapmanın, cihangirler yetiştirmenin Türk inhisarında bir tezahür olmadığı, diğer milletlerin de uzun ve çetin seferler tertipledikleri, meydan muharebeleri verdikleri ve kuvvetli stratejiler çıkardıkları mâlumdur. Fakat bunlar sağanaktan meydana gelen geçici sellere benzerler. Zaferleri devamlı kılan ruhî muhtevanın cılızlığı sebebiyle, kısa zamanda gücünü kaybederek yataklarına, yani eski yurtlarına çekilmek zorunda kalırlar ve zafer sonucu hâkimiyet kurdukları ülkelere gerçekten sahip olmak, mağlup kavimlerin kalbinde yer tutmak kabiliyetinden mahrumdurlar. Bundan dolayı dünya siyasî tarihi, umumiyetle, belirli ve hudutları çizili bir mekândan, yine geri dönmek üzere, etrafa vukubulan basit askerî tasallutların hikâyesi karakterindedir. Fütuhat yönünden de istisnaî bir durum arzeden Türk milleti ise, ülkeleri kendine bağlamayı, milletleri kendine minnettar bırakmayı bilmiştir. Tarihî Türk zaferlerini, başkalarının istilâ hareketlerinden kesin farklarla ayıran noktalardan biri de budur. Yabancılar kaba kuvvete dayanarak işgal altında tuttukları memleketleri sömürmek ve boyunduruklarında inleyen zavalı halka kıyasıya baskı yapmaktan başka bir şey düşünmezken, dünyaca mâlûm kahramanlığı ve ruhunun derinliklerinde saklı insanlık duygulariyle Türkler, mânevî yapıları icabı, kendi kılıçlariyle hattâ kendi kanları bahasına, esaret altında kıvranan kütlelere hürriyet ve adalet götürmeğe gayret etmişlerdir. Zaferlerimizin ulvî meyvesi olan cihanşümûl Türk efendiliğinin sırrına açıklıyan bu husustur ki, Türklerin, her yerde saygı ile karşılanmasını, kurtuluş iksiri bağışlanan mahkûm kavimlerin gönüllerinde sevgiden tahtlar kurmasını sağlamıştır. Aynı tutumun en tabiî sonucu olarak tarihte Türk'ten başka, Japon denizinden Atlas Okyanusu'na, Sibirya'dan Habeşistan'a kadar, aynı anda, sesini duyurmuş ve bu muazzam arz kıt'asında 80'nden fazla devlet kurmuş bir millet gösterilemez. Çünkü insan haysiyetini korumak gayesiyle hürriyet nizamı tesis etmek, hukukî hükümler koymak ve bunları azimle yürütebilmek için, her şeyden önce, beşerî duygudan ilham alan yüksek kültürle mücehhez bulunmak gerekir. Devamlı tesirler yaratan askerî zaferler maddî güce temel veren hukukî, sosyal, iktisadî üstünlüğün eseridir. Medeniyetin her safhasında şahsiyetini isbat etmiş olan Türkler bu vasıftaki zaferlerle, millî tarihe olduğu kadar, insanlık tarihine de büyük hizmetler etmişlerdir.

 

Ne anormal tahakküm hırsının bir araya getirdiği diktatörlerin, ne de dünyayı kendi kör iştihalarına yem yapmağı tasarlayan toplumların tahammül edemedikleri coşkun hürriyet sevgisini, izalesi imkânsız bir meleke halinde, gönüllerinde taşıyan Türklerin yeryüzünde ileri hamleleri, hiç bir insan unsurunun müdahalesiyle değil, ancak tabiî mânialar karşısında kesilmiştir. Tarihte her zaferin açtığı yeni ufuklara dolu dizgin yönelen bozkır çocuğu Türk'ün idealizmini köstekliyen yegâne engel, rutubet ve yakıcı çöl coğrafyası olmuştur. Bu sebepledir ki, Türk zafer sahaları şimal buz mintakası, güney Çin ovası, orta Hindistan, Arap çölü ve Büyük Sahra ile sınırlanır.”

 

“Türk zaferlerini tavsif ederken, kahramanlık, hakka ve adâlete dayanan kanun saygısı vb. âmiller arasında büyük milletimizin savaşçılık istidadını da zikretmek zaruridir. Aslında cihanı feyizli hürriyet ışığı ile nurlandırmak gibi derunî bir iştiyaktan doğan bu savaşseverlikle Türkler, her bölgede muharebe mahallerinin şartlarına uygun tâbyeler keşfederek ve devrin en tesirli silâhlarını kullanmakta fevkalâde maharet göstererek Asya, Afrika ve Avrupa'da kendilerine karşı kurulan mukavemet setlerini kolaylıkla yıkmışlar, Roma'yı, Bizans'ı, Çin'i, Hind'i ve Rus'u güçlük çekmeden mağlûp etmişler, bu suretle şanla dolu, zengin ve renkli tarihlerini yapmışlardır. Karşılaşmalar çok kere, kuvvet bakımından, ölçüsüzlük içinde vukubulmuş, fakat yabancı kavimlerin ve devletlerin bilmedikleri muharebe âletleri ve yine onların beceremedikleri savaş taktikleri sayesinde az sayıda Türk, kalabalık hasım orduları perişan etmeğe muvaffak olmuştur. Tabiatiyle Türk’ün zekâsını ve mutlaka galebe çalmak azmini de buna ilâve etmek lâzımdır. Azın çoğu yenmesi, yani keyfiyetin sayıyı mahkûm etmesi Türk zaferler tarihinin diğer bir hususiyetidir.”

 

“Tarihteki Türk zaferlerini burada birer birer saymağa imkân yoktur. Senenin belki her haftasına birkaç zafer düşecek kadar şanlı bir maziye sahibiz. Fakat zaferlerin desteklendiği yıl içinde bilhassa ağustos ayının mutlu bir özellik arzettiğini belirtmeliyiz. Zira millî tarihimizde doğurduğu parlak, devamlı ve devir değiştirici sonuçlariyle en ünlü zaferlerimiz çoğunlukla bu ay içinde kazanılmıştır: Aziz vatanımız Anadolu 26 Ağustos 1071 Malazgirt cenginin baha biçilmez hediyesi olmuştur. 29 Ağustos 1526 Mohaç Muharebesi orta Avrupa'nın hemen hemen 200 yıllık geleceğini tâyin etmiştir.”

 

“Türk zaferlerinin ortaya koyduğu hakikat şudur ki, mâneviyatı zayıflamadığı, kültürünü kaybetmediği ve dünya tarihinde kendisine tevdi edilen hak ve adâlet prensiplerini cihana yaymak vazifesinde ihmâl göstermediği müddetçe milletimiz için herhangi bir talihsizliğe uğramak ihtimali mevcut değildir. Bugün ise, fedakâr ve kahraman Cumhuriyet ordusunun vatanperverane dinamizminin rehberliğinde Türk'ün zafer türküleriyle mes'ut istikballere doğru yürüyeceğine şüphe yoktur.”(1)

Türklüğün, Türk milletinin tarihte neler yaptığına, nerelerden nerelere gelindiğini, dünyaya götürülen adaletin ne manaya geldiğini 72 milletin hiçbirinin burnu kanamadan nasıl idare edildiğini tarih okumadan tarihçi büyüklerimizi daha yakından tanımadan asla öğrenemeyiz. Bu yüzden tarihçi büyüklerimizi ve Türk tarihini yakından hem tanımalı ve anlamalıyız hem de anlatmalıyız. 

 (1) Türk Zaferleri, Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu, “Türk Kültürü” dergisi, Ayyıldız Matbaası Ankara, Ağustos 1965, sayı:34, s:10-14