‘Ana! Bu zahmetler, İslâm dîni yolunadır ki, yârın âhiret gününde Allahü teâlânın huzurunda utanmayalım diyedir... Eğer bu zahmete katlanmaz isek, bize gâzi demek yalan olmaz mı?”
Fâtih âlimlerle, evliyalarla her zaman irtibat hâlindedir. İstanbul’un fethinden sonra Fâtih, hocası Akşemseddîn hazretlerinin elini öpüp, tâcı tahtı bırakıp derviş olmak ister. Akşemseddîn hazretleri bu teklifi kabul etmez; devlet işlerine memur edilen pâdişâhın asıl vazîfesini yapmamış olacağını, dîn-i İslâm ve adâletle memleketi ve dünyâyı idâre etmenin daha makbul olduğunu; aksi hâlde din ve devletin zarar göreceği için, ikisinin de Allah indinde mesul olacaklarını bildirir...
O dönem evliyasından biri de Ebü’l Vefâ hazretleridir. Bir defasında, Fâtih Sultan Mehmed Han kapısına kadar geldiği hâlde Ebü’l Vefâ hazretleri onunla görüşmez. O da üzülerek, geri dönüp gider. Onunla görüşmemesinden dolayı kendisi de üzülür; hattâ gözlerinden iki damla gözyaşı yanaklarına iner. Yanında bulunanlar;
“Efendim, neden pâdişâhı kabul etmediniz? Hem siz buna üzüldünüz, hem de o üzüldü” dediler. Ebü’l Vefâ hazretleri, gözünden süzülen iki damla gözyaşını eliyle silerek;
“Doğru söylersiniz; ama inanıyorum ki, benim ona olan sevgim ve onun bana olan ihtiyâcı, bize asıl vazifemizi unutturacak kadar fazladır. Dostluğumuz, sohbetimiz, birçok vatandaşın işinin yarım kalmasına sebep olacak. Sonunda dayanamayıp pâdişâhlığı bırakmak isteyecek... Şimdi anladınız mı Sultânı niçin kabul etmediğimi?” buyurdu...
Fâtih Sultan Mehmed Han’ın otuz yıllık saltanat dönemi İslam dinini yayarak ve Allahü tealanın kullarına hizmet ederek dolu dolu geçer. Bu yolda at geçmez kayalıklardan, geçit vermez nehirlerden geçer, durup dinlenmez. Asya ve Avrupa’da bazen birkaç cephede beş, on hatta daha fazla devletle birden harp hâlinde bulunduğu zamanlar olur. Yaz-kış demeden ordusunun başında Anadolu’dan Rumeli’ye, Rumeli’den Anadolu’ya gider gelir...
Trabzon Rum İmparatorluğu üzerine sefere çıktığı zaman, Doğu Karadeniz dağlarında bir nefer gibi kayadan kayaya atlayarak, tırmanarak kale önüne varmıştı. Bu sırada yanında elçi olarak bulunan Uzun Hasan’ın annesi iyice yorulduğundan, pâdişâha;
“Hey oğul! Bir Trabzon için, bunca zahmet çekmek niye?” diye sorunca;
“Ana! Bu zahmetler, İslâm dîni yolunadır ki, yârın âhiret gününde Allahü teâlânın huzurunda utanmayalım diyedir... Eğer bu zahmete katlanmaz isek, bize gâzi demek yalan olmaz mı?” cevâbını verir...