"Selvi Boylum Al Yazmalım” ama ne müthiş bir filmdi, yıllar sonra bile izlediğimiz zaman üzerimizden etkisini atamayacağımız bir film...Herkes gibi Sabire hanım da o filmi izlemiş, etkisinde kalmıştı. Aynı zamanda kendisi gebeydi, o kadar çok etkilendi ki “Karnımdaki çocuk kız olursa adını Asya, erkek olursa İlyas koyacağım” dedi.
İki ay sonra bir kız çocuk dünyaya getirdi ve kızına Asya ismini verdi. Evin son çocuğu olan Asya pek sevildi, nazlandırıldı. Bir ablası bir de ağabeyi vardı; ablası evin işlerini çekip çevirdiği için ilkokuldan sonra bir üst okula gönderilmedi. Ağabeyine gelince o da hayvanları otlatacak, bakacak diye onun da ilkokuldan sonra okul hayatına son verildi. Bu açıdan bakıldığında Asya şanslıydı; son çocuktu, onun ortaokul, lise hatta yüksekokul okumasını istiyorlardı. Öğretmen, doktor olması için yolunu açmışlardı. Hatta köyde lise olmadığı için tek okusun diye şehre taşınmışlardı. Asya çalışkandı, hedefi yüksekti; iki lafından biri “Hakim olacağım” demekti. Gününü ders çalışarak ve sınavlara hazırlanarak geçirirdi. Ancak bu durum birden değişti. Teneffüste okulun bahçesinde dolaşırken oldukça yakışıklı, pek bir de havalı bir delikanlının kendisini gözetlediğini fark etti. Asya’nın fark ettiğini anlayan delikanlı hemen konuştu: “Günlerim burada seni izlemekle geçiyor, nihayet beni fark edebildin” dedi. Artık hiçbir şey eskisi gibi değildi. Asya, duyduğu bu cümleden itibaren, okula eğitim amacıyla değil, sadece onu görmek için gelmeye başladı. Daha önce büyük bir dikkatle dinlediği dersler, artık bir kulağından girip diğer kulağından çıkıyordu. Gözü gönlü sadece Bedrettin denen delikanlıdaydı; onun dışındaki her şey önemini kaybetmişti.
Her gün, onu bir kez daha görebilme umuduyla sabahları okula adım atıyor, günler geçtikçe ilgisi daha da artıyordu ve derslerini iyice ihmal etmeye başlamıştı.Teneffüs zillerinin çalmasıyla birlikte kendini hemen okulun bahçesine atıp delikanlıyla buluştukları an, onlara tüm dünyadan soyutlanmış cennet gibi geliyordu.Zamanla utangaç bakışmalar ve çekingen gülümsemeler eşliğinde, birbirlerine duydukları aşkı itiraf ettiler. Bu itiraf, onların ilişkisini daha da güçlendirdi ve aşklarını perçinledi. Sonunda, Asya ve Bedrettin aşkları her şeyin üzerine çıktı. Dersler, sınavlar ve gelecek planları önemini yitirdi; çünkü onlar için en önemli tek şey birlikte geçirdikleri zamandı. Asya, çocuk sayılan yaşına rağmen aşkın en derin ve karmaşık hallerini yaşamaya başladı; Bedrettin ile tanıştıkları günden bu yana kalbini ona kenetlemişti, bu durum onu hiç istemediği hatta sevmediği davranışlara itti. Sürekli ailesine yalan söylemek durumunda kaldı. Bu ilişki onu profesyonel yalancıya dönüştürmüştü. Aileden gizli buluşmalar, gençlik ateşi akıl ve mantığın önüne geçmişti. Ataların "İki cahil var iken üçüncü şeytan olur" sözü, ikilinin ilişkisi için adeta bir kehanet gibi gerçekleşti. Masum sandıkları aşkları, yalan ve mahremle dolu bir hal aldı. Asya, bu durumun getirdiği suçluluk duygularıyla boğuşmaya başladı. Kendini bir çıkmazın içinde hissetti. Asya ne zaman evlilikten bahsetse, Bedrettin maddi imkansızlıkları ve ailesinin tepkisini gerekçe göstererek bu konuyu sürekli erteledi.Zamanın nasıl geçtiğini anlamayan Asya, bir gün hamile olduğunu öğrendi, dünyası başına yıkıldı.
Bedrettin'e koştu, çaresizlik ve umut karışımı bir yalvarışla, "Artık gerçekten evlenmeliyiz, lütfen beni ailemden iste," dedi.Bedrettin, bu durum karşısında da çözümsüz kalmış, "Babamla konuşacağım," diyerek bir kez daha durumu erteledi. Ancak ertesi gün geldiğinde, Bedrettin ortadan kaybolmuştu. Ertesi günde yoktu. Bedrettin günlerdir hiç ortada yoktu. Asya, çaresizlik içinde her şeyi annesine anlatmaya karar verdi. Ağlayarak halini anlattı. Ancak annesinin tepkisi beklediğinden çok daha sert oldu.
Devamı Yarın...