Bağdat evliyâsından Cüneyd-i Bağdâdî hazretleri, henüz yedi yaşındaydı...
Bir gün mektepten geldi.
Babasını ağlarken gördü!
Ve sordu hemen:
“Babacığım, Niçin ağlıyorsun?”
“Oğlum! Dayın Sırrî’ye biraz zekât yolladım, almamış” dedi.
“Buna mı ağlıyorsun?”
“Evet yavrum. Bir ömrümü, ‘Allah adamları’nın, hem de ihtiyâcı varken kabul etmediği şu birkaç gümüş için tükettiğime ağlıyorum.”
Cüneyd;
“Üzülme babacığım, ben bu işi hâllederim” dedi.
Ve o gümüşleri aldı.
Gidip dayısının kapısını çaldı.
Dayısı sordu içeriden:
“Kimsiniz?”
“Ben Cüneyd’im dayıcığım. Şu gümüşleri lütfen al.”
Dayısı kapı arkasından;
“Hayır, almam” dedi.
“Dayıcığım, adâlet edip babama emreden ve ihsân edip seni serbest bırakan Allah için al” dedi.
Dayısı sordu:
“Babana ne emretti, bana ne ihsân eyledi?”
Cüneyd;
“Babamı zengin yapıp, zekât vermesini emretmekle ona adâlet eyledi. Seni de fakir yapıp, bu zekâtı alıp almamakta serbest bırakarak ihsân eyledi” dedi.
Yedi yaşındaki Cüneyd’in bu cevâbı çok hoşuna gitti dayısının.
Zâten çok seviyordu.
Hemen kapıyı açıp;
“Gümüşlerden önce,
seni kabul ettim” dedi.
Ve öptü gözlerinden...

İbret böyle alınır!

Bağdat evliyâsından Ebû Bekr-i Şiblî hazretleri, bu yola girmeden önce, çok çalışkan ve âdil bir vâliydi bir şehirde.
Ahâli çok seviyordu onu. Zamanın Sultânı, vazîfesinde gösterdiği başarı sebebiyle kendisine bir “elbise” vermişti mükâfat olarak.
Bunu, özel günlerde giyer, titizlik gösterirdi kirlenmemesi için.
Ancak bir gün geldi.
Kirletti bu elbiseyi.
Buna çok üzüldü!
Ama oldu bir kere. Bâzı “kötü” kişiler hükümdâra giderek;
“Sultânım! Bu vâli, sizin verdiğiniz o kıymetli elbiseyi hor kullandı, üç günde kirletip tanınmaz hâle getirdi” deyip şikâyet ettiler.
Hükümdâr inandı.
Ve çok sinirlenip;
“Öyleyse azlettim onu vâlilikten. Acele yanıma gelsin!” dedi.
Ve bir “fermân” yazdı.
Bu zâta gönderdi...
Ebû Bekr-i Şiblî bu fermânı aldı.
Okuyunca çok üzüldü!
Ama üzülme sebebi başkaydı.
Kendi kendine;
“Hükümdâr da bir kul nihâyet. Bana verdiği bu elbiseyi az bir ihmâlle kirletince nasıl da kızıp azletti beni vâlilikten” dedi.
Yine içinden;
“Sultanların Sultânı olan Cenâb-ı Allah da bize kıymet vererek bu ‘kulluk’ elbisesini giydirdi üstümüze. Biz, çok kıymetli olan bu elbiseyi günahla kirletirsek Rabbimiz de bize cezâ verebilir” diye düşündü...
Ayrıldı vâlilikten.
Kendini ibâdete verdi.
Ve çalışıp “velîler” arasına girdi...