Babamdan dinlemiştim "Kırşehir'in Kaman ilçesinde bir genç, ötelenmiş, yanılmış alkole ve uyuşturucuya bulaşmış. İllallah etmiş çevresi, adı ayyaşa çıkmış. Gün gelmiş, tövbeleri çokça kabul eden Allah'ın rahmetine sığınmış; elinden tutmuş merhamet sahibi birkaç kişi, vesile olmuşlar, tövbe etmiş. Eski arkadaşlarını terk etmiş, camiye gelip gitmeye başlamış. Onun bu halini gören birileri Allah'ın affını tekellerine almışlar gibi burun kıvırmışlar, "düne kadar içip gezerdi!" demişler, dilleri ile zulmetmişler. Her gördüklerinde horlamışlar, bu durum gencin üzerinde bir baskıya dönüşmüş. Pişman olma, tövbe etme, değişme, düzelme hakkı vermemişler. Ve maalesef o da düşmüş yine çukura. Ama vicdan azabı yakasını bırakmamış, duyduğu pişmanlığı başka pişman olunacak bir şeyle gidermeye kalkmış, ne yazık ki canına kıymış." Ne acı bir olay. Yeniden ayağa kalkmaya çalışan, düşmüş bir insana çelme takmak, bu bir intihar değil aslında bir cinayet. Diller birer silah olmuş bakışlar kurşun, o gencin kalbini delik değişik etmişler belli ki.
Toplum çoğu kez insanlara değişme, dönüşme fırsatı tanımıyor, pişman olma hakkı vermiyor maalesef. Adı çıkmış dokuza inmez sekize misali. Daha da kötüsü biz kendimize bile bu hakkı tanımıyoruz. Değişmek, düzelmek gerektiğini bilsek de. Etrafımızdakilere tövbe etse de hep şüpheyle bakmaya devam ediyoruz. Bu durum toplumsal bir hastalıktır, hatta merhametsizlik ve zulümdür. Düşmüş, hata etmiş insanların düşmüşlükleri tuhaf bir şekilde bazılarına haz veriyor gibi. Bazıları bu tavırla kendilerinin ne kadar iyi(!) bir insan olduklarını gösterme tavrındalar.
Oysa Allah Teala'nın bir ismi de Tevvab değil mi, yani tövbeleri kabul eden. Yüce yaratıcı tövbe kapısını kapatmamışken bizim ne haddimize tövbe edeni hor görmek. Elimizde samimiyet ölçer bir cihaz varmış gibi insanların samimiyetini ölçmek ne haddimize.
Önyargılar, peşin hükümler bağnazlığın ve kibrin bir tezahürü. Arifler ibadetiyle kibirlenendense, günahları yüzünden mahcup olan daha evladır derler. Kastımız günah işlensin ama mahcup olunsun demek değil elbette. İnsan hata eder, peygamberler dışında herkes de günaha düşebilir. Öyleyse kendimizi korunmuş görüp düşeni horlamak, kınamak yanlış değil mi? Bize düşen günahkara değil günaha düşmanlık değil mi? Burada sormak gerekiyor: alkol içeni sarhoş ediyor, sarhoş olunca da cümle aleme rezil oluyor; peki ya tüm günahlar alkol gibi sarhoş etseydi ya da somut olarak belli olsaydı o zaman sokağa çıkabilir miydik? Mesela gıybet etmenin ölü eti yemekle eş değer olduğunu buyuruyor Rabbimiz, ya her gıybet ettiğimizde ağızlarımız …- ben buraya yazamadım af edersiniz- Anladınız değil mi?
Her insanın pişman olma hakkı vardır. Hepimizin vardır. Kendimizi başkalarından farklı görmemek gerek. Ha bir de bazıları büyük günahları sayarlar şu bu diye, oysa ariflere göre en büyük günah kişinin çok kolaylıkla ve sürekli yaptığı günahtır, hiç pişman olmadan. Biraz hutbe gibi olacak ama bir hadisi şerif ile bitirelim: “Günahlarından tam olarak dönüp tövbe eden hiç günah işlememiş gibidir.”