Son zamanlarda katıldığım konferanslarım, radyo ve televizyon programlarım tatsız ve tuzsuz geçiyor.
Bir şeyler anlatıyorum ama aklım ve fikrim hep başka yerlerde.
Konferansıma başlarken;
Çevre temizliği diyorum, çevremizi kirletmeyelim diyorum.
Gazze sokakları aklıma geliyor.
O sokaklardaki kan ve barut kokusunu hissediyorum.
Anlatamıyorum, cümlenin sonunu getiremiyorum.
“Çocukların sağlığı için iyi beslenmeliler” diye söze başlamaya çalışıyorum,
Sonunu yine getiremiyorum
Çünkü Gazze’deki aç susuz çocuklar aklıma geliyor.
Her gün su içmeliyiz ama kaliteli su bulun, mümkünse plastik şişeden olmasın cam şişelerden için diyecek oluyorum.
Gazze’de su bulamayan insanlar aklıma geliyor.
Düğümleniyorum,
Utanıyorum.
Şeker ve tuz tüketimini azaltalım ki vücudumuz daha sıhhatli ve dinç olsun diye konuşmamı açmak istiyorum.
Şeker ve tuz bulamayan yine Gazze’deki insanlar aklıma geliyor.
Açlıktan ölen masum çocuklar gözlerimin önünden bir film şeridi gibi geçiyor.
Lütfen gürültü yapmayın, insanları rahatsız etmeyin güzel davranışlar sergileyelim diyecek oluyorum.
Gazze’deki bombaların adeta seslerini işitiyorum. Kulak zarlarımı patlatıyor hissine kapılıyorum.
Son yılların akademik çalışmalarından örnekler vermeye başlayım diyorum.
Ölümlerin olduğu bir dünyada akademik çalışmayı anlatmak mı? O da ne içten içe ağlıyorum.
Arakan Müslümanlarını anlatamıyorum bile.
Dayanamıyorum.
İnsanlığımdan utanıyorum,
Çaresizliğime dem vuruyorum.
Vurdumduymazlığa hayıflanıyorum.
Bazen kendi kendimle hasbihal bile edemiyorum artık.
Ben ne yazıyorum ki Allah aşkına.
Sanki dinleyen, okuyan varmış gibi…