Diyeceksiniz ki herkes vatanını sever; ama öyle değil işte? Kimi işini, kimi aşını, kimi makamını kimi de çevresini ve maddiyatı sever. Şöhreti sevenler, makamı sevenler ve işini sevenler vatan sevgisini maske olarak edinirler. Onların asıl derdi maddiyat, çıkarcılık ve menfaat üzerine kuruludur.

Aynen hayatın gerçek anlamını kavrayamayanlar gibi... Hani deriz ya nerden geldik nereye gidiyoruz? Sorusunun cevabını bulanlar önemli!...Hayatın gerçek anlamını kavrayamamış olanlar günü birlik yaşarlar sadece nefsani arzularını tatmin etmenin peşinden koşarlar. Çılgınca eğlenirler çılgınca yer içer keyfince yaşar ve hayatın tadını çıkarmanın derdine düşerler. Amaç ve gayeleri eğlenme ve hoşça vakit geçirmek üzerine kuruludur. Ye, iç eğlen hayatın tadını çıkar zevki sefanın peşinden koş derler...

Bazıları da vardır ki; her şeyi işi, aşı ve malı mülküdür. Bunları da çıkarcı ve menfaat düşkünü kişiler olarak değerlendirebilirsiniz. Para servet ve maddiyat onlar için bulunmaz bir servettir. Mal ve para biriktirmenin derdine düşüp her şeyi
şahsi çıkarcılık üzerine kurarlar. Kazandıkça mutlu olur, zenginleştie gurur duyar; malı- parası ve serveti koruması gereken en kıymetli varlığıdır.

Kimileri de koltuk sevdalısıdır. Makam ve koltuk kapmak onlar için en önemli hedeftir. Kazandıkları o koltuğu da asla kaybetmek istemezler. Koltuk ve makam için her türlü kılığa girerler, yağcılığı ve çıkarcılığa da çok iyi becerirler. O koltuğu sağlama aldıktan sonra kendi çiftliği gibi kullanıp asla terk etmeyi düşünmezler. Çünkü tüm hedef ve gayeleri o koltuğa sahip çıkıp korumaktır.

Bir gurup insan da vardır ki: şan şöhret ve kariyer peşindedirler. Basamakları hızlı hızlı çıkıp zirvede bulunmanın zevkini tadarlar. Bu insanların her şeyi de şan şöhret ve tanınmak üzerine kurulmıştur. Buna bencil ve çıkarcılık da eklenince diğer insanları sıradan kabul edip önemsemezler ( hatta insan- kardeş yerine koymazlar). Şöhret uğruna yapamayacakları şey de yoktur. Amaç tanınmak, ünlü olmak ve eğolarını tatmin etmektir.

Bir gurup insan da vardır ki: kendini iyiliğe ve yardımseverliğe hoş görüye adamışlardır. Bunlar iyilik yaptıkça dost kazandıkça mutlu olurlar. İnsanlara yardım etmek ve yardımseverlikte yarışmak bunların temel arzusudur. Aslında insan ve Müslüman olabilmenin temel gayesi de budur. İnsanlara faydalı olmak iyilik yapmak ve iyilikle - sevapla mutlu olmak. İslamla özleşen bu duygu insan olabilmenin de esas amacıdır. İnsan gibi insan, adam gibi adam deriz ya?...İşte tam öyle...

Kendini halka ve Hakka adayabilmek ise kamil bir insan olmanın vasfıdır. İslam bize kamil bir İnsan olmayı emreder. Kamil insan da kendini halkına ve topluma adamış insandır. Hem ahlaken, hem edeben hem de hukuken Allah’a kul ve insanlara kardeş olabilmenin yolu da halk ve Hakkın adamı (sevdalısı) olabilmektir. İşte o zaman insan asıl gayesini ve asıl yaşam düsturunu yakalamış olur. İnsanın asıl yaratılış amacı da bu değil midir?

Sözün özü şudur. İnsan ömrü kısa olan bir varlıktır. Diğer canlılardan farkı kendisine bir irade ve sorumluluk verilmiş olmasıdır. Bu sorumluluğu bilenler hayatın ve yaşamın gayesini yakalamış olurlar ki insanca yaşayabilmenin zevkine varırlar. Ancak bu gayeden uzak olanlar ise boş ve hayırsız bir ömrün ziyan olduğunu ancak ölümden sonra uyanınca anlarlar ki: bu da boşa geçen bir ömürdür; böyle bir ömür yaşamaktan Allah’a sığınırız...Öyle bir hayat yaşa ki: iki cihanda da mutlu olasın!...