İsrail’in önce Gazze sonrasında da Lübnan’da Hizbullah’a dönük askeri saldırılar gerçekleştirmeye devam etmesi sonrasında İran’dan İsrail’e dönük bir misilleme saldırısı gerçekleştirildi. İran tarafından gerçekleştirilen saldırının öncesinde ABD’nin ve dolayısıyla İsrail’in haberdar edilmesi sonucunda İsrail tarafında hazırlıklı olunması sebebiyle çok büyük bir insan kaybı yaşanmadı. İsrail açısından bundan sonraki süreç Hizbullah’ın askeri açıdan tamamen zayıflatılmasını amaçlayan askeri saldırıların devam etmesi muhtemeldir. Güney Lübnan merkezli saldırılarını arttıracak olan İsrail’in güney Lübnan’ı bir tampon bölgeye çevirerek Hizbullah’ın alt yapısını ortadan kaldırmadan askeri operasyonlarını bitirebilmesi mümkün gözükmüyor. İsrail açısından en önemli hedeflerin başında Hizbullahın askeri cephaneliklerinde bulunan roketlerin imha edilmesi geliyor. İsrail ayrıca bir yan dan da Yemen’e dönük askeri operasyonlarına devam edecek ve Yemen’de bulunan Husi güçlerine ağır kayıplar verdirmeye devam edecektir. Amerikan’ın askeri desteğine sahip olan bir İsrail’in Netanyahu gibi faşist bir liderin öncülük ettiği bir hükümet ile 2025 yılı içerisinde askeri açıdan durdurulabilmesi mümkün gözükmüyor. İsrail’in baş düşman olarak gördüğü İran’a dönük hamleleri ise ABD başkanlık seçiminin sonuçlarına bağlı kalacaktır. Eğer başkanlığı Trump kazanır ise Trump, Netanyahu’ya istediğini vermek için elinden geleni yapacaktır. Trump Netanyahu’nun İran’a dönük direk saldırı yapma hedefinin önünü açacak ve yeşil ışık yakacaktır. Başkanlığa Kamala Harris’in gelmesi sonrası ise Netanyahu liderliğindeki İsrail hükümeti ve ordusu desteklenmeye devam edilecek fakat İran’a dönük askeri bir harekatın gerçekleştirilmesi ancak ve ancak tüm alternatifler tüketildiğinde ve diplomatik çözüm yolları tıkandığında ortaya konulacaktır.
Netanyahu açısından en ideal başkan bu açıdan şüphesiz Trump’tır. Bütün bu genel analizleri yaptıktan sonra Türkiye’nin İsrail açısından doğrudan bir hedef olup olmayacağı konusunu irdelemeliyiz. Türkiye- İsrail ilişkileri 1948 yılında diplomatik açıdan Türkiye’nin İsrail’in kurulmasını tanıması ile başlamış ve bugüne gelmiştir. Geçen 76 yıllık süre içerisinde Türkiye ile İsrail hiçbir zaman askeri açıdan karşı karşıya gelmemiş ve ilişkiler belirli dönemler diplomatik açıdan gerginleşse de her iki tarafta kesinlikle askeri açıdan karşı karşıya gelmek gibi bir durum yaşamıştır. Nitekim 2009 yılında meydana gelen Mavi Marmara olayı sonrasında dahi ilişkiler en alt düzeyde diplomatik bir biçimde devam etmiştir. Türkiye hiç unutulmamalıdır ki bir NATO üyesidir ve bölgenin en büyük ordusuna sahiptir. Türkiye gibi askeri açıdan batı blokunun bir parçası olan bir ülkeye askeri bir saldırı da bulunmak gerçek manada bölgesel bir savaşın çıkmasına sebep olacaktır. İsrail devlet aklı ve İsrail’in stratejik müttefiki ABD bunu çok iyi bilmektedir. Dolayısıyla İsrail’in Türkiye’ye dönük askeri bir hamle yapması her açıdan mantıksız bir eylem olacaktır. Fakat bununla birlikte Türkiye’nin yeni dönemde ortaya çıkacak olan bölgesel dönüşümlere hazır olması gerekmektedir. 2025 yılı içerisinde İsrail kendi stratejik hedefleri doğrultusunda İran ve İran’ nın bölgedeki uzantısı olan her yapıya saldırmaya dönük hamlelerine devam edecektir.
Ve maalesef Türkiye’nin diplomatik açıdan buna engel olabilmesi mümkün gözükmemektedir. İsrail ABD ve batı blokunun önde gelen ülkelerinin desteğini aldığı müddetçe İsrail kesinlikle durmayacaktır. İsrail’in İran’a dönük askeri harekatının gerçekleşebilme olasılığı 2025 yılı ve sonrasında Türkiye açısından en önemli ulusal güvenlik meselesi olacaktır. İsrail’in karadan İran’ı işgal edebilmesi imkansız bir seçenek olduğu için İsrail olası bir İran operasyonunda İran’ın öncelikli olarak nükleer tesislerini , askeri üslerini ortadan kaldırmayı hedefleyecektir. İran’ın askeri açıdan zayıflatılması İran içinde İran rejimine muhalif hareketlerin harekete geçmesinin önünü açacak ve iran bu noktada bir iç savaş ile karşı karşıya gelecektir. İran’da meydana gelen böylesi bir iç karışıklık milyonlarca yeni sığınmacının yollara düşmesine sebep olacaktır. Türkiye açısından en kötü senaryo budur ve Türkiye buna hazır olmalıdır. İsrail Orta Doğu’da nasıl ki kendi askeri ve stratejik hedefleri doğrultusunda hareket ediyorsa Türkiye’de sağduyulu bir biçimde dış politikada hamasete kaymadan ve dış politikayı iç politika malzemesi haline getirmeden hareket etmelidir. Bu açıdan 2025 yılı içerisinde Türkiye şu hususlara dayalı bir bölge politikası yönetmelidir:1) İsrail ile doğrudan doğruya karşı gelmek yerine bölge ülkelerini yanına alarak diplomasi kanallarını kullanmalıdır. İki devletli çözüm formülünün destekçisi olmaya devam etmekle birlikte İsrail’in Türkiye’yi hedef aldığı söyleminden uzaklaşmalıdır. Zira bu söylem Türkiye’yi İsrail karşısında bir hedef olarak göstermekle birlikte Türkiye’nin diplomatik kanallarını tıkayan bir söyleme dönüşmektedir.
2) Türkiye her şeye rağmen İsrail ile konuşmaya devam etmeli ve İsrail’in frenlenmesi hususunda gerekirse diplomatik açıdan İsrail ile son derece iyi ilişkileri bulunan Azerbaycan’dan da destek istemelidir.
3) Türkiye İsrail’in İran politikası noktasında başta ABD başta olmak üzere büyük güçler ile devamlı diplomatik yollar kanalıyla bir araya gelmeli fakat bu diplomasi sonucunda İran’a dönük askeri operasyon kaçınılmaz ise kesinlikle ulusal güvenliğini temele alacak tedbirlerini almalıdır.