Vakf, kelime olarak durdurmak manasına gelir. Vakfedilen şeyin el değişimi durdurularak, menfaat ve faydasının tüm Müslümanlar ve hatta tüm canlılar için sabit ve kalıcı kılınmasıdır. Hanefi mezhebinin öncülerinden İmameyn (İmam Muhammed ve Ebu Yusuf) ıstılahi bir kavram olarak vakfı şöyle tarif etmişlerdir: Bir mülkün menfaatini halka tahsis edip aynını Allah Teala'nın mülkü hükmünde kabul ederek mal edindirme ve mal edinmekten ebediyyen men etmektir. Bu tarif İslam fakihlerinin vakıf anlayışını ortaya koyması bakımından da önemlidir. Bunun yanında herkesin faydasına sunulan şeyler manasında olan vakıf ise, insanlık tarihi kadar eski ve kadim bir uygulamadır. Ancak İslam’ın tebliğine kadar hiçbir inanç ve medeniyette vakıf, müessese ve kültür olarak İslam da olduğu kadar gelişme ve hizmet çeşitliliğine ulaşamamıştır. Zira dinimiz, vakfa özel bir önem ve kutsiyet atfetmiş, güç ve imkan sahiplerini vakıf yapmaya teşvik etmiş, vakıf yapacakların vakfiyelerine koydukları şartları "şari'in (Allah c.c.) hükmü" gibi görüp istediği şartlarla vakıf yapma yetkisi vermiş ve bu şartın kıyamete kadar değiştirilemeyeceğini ilan etmiştir.
İslam'da ilk fiilî vakıf örneğini bizzat Hz. Peygamber (a.s)’ın kendisi vermiş ve arkadaşlarını da bu hususta teşvik etmiştir. Nitekim, Rasulullah (s.a.v.) önce Medine'de sahip olduğu yedi ayrı mülkünü, daha sonra da Fedek ve Hayber hurmalıklarından hissesine düşen payları Allah yolunda vakfetmiştir. Hz. Peygamber (s.a.v.)’den gördükleri bu güzel uygulamayı örnek alan ashabı da çoğu zaman kendi ihtiyaçları olan mülklerini dahi vakfetme yoluna gitmişlerdir. Ashabın vakıf uygulamalarına şahitlik eden Hz.Cabir (r.a) bu durumu: "Muhacir ve Ensardan imkan sahibi olup da vakıfta bulunmayan tek kişi bilmiyorum" şeklinde tespit etmiştir. Fakirleri himaye etmek, yolcuların ihtiyaçlarını karşılamak, yetimleri büyütmek, öğrencilere burs, iskan vb. temin etmek, işsizlere iş bulmak, çırak yetiştirmek, iflas eden ve borçlulara destek olmak, bekârları evlendirmek, hayvanlara barınak kurmak ve doyurmak, medrese, han, hamam, cami, çeşme, yol, köprü gibi toplumun menfaatine hizmet eden müesseseler kurmak, bunların ayakta kalmaları için masraflarını karşılamak gibi daha bir çok vakfı, bizzat kurmuş yada kurulmasına öncülük etmişlerdir.
İnsan, öz benliğini korumak istediği gibi malını da korumak ve kalıcı hale getirmek ister. Aynı şekilde zayi olması sahibini üzer, kalıcı olması ise onu mutlu eder. Bu sebeple malını kalıcı hale getirmek için tedbir alır. Bu yönüyle vakıf, Allah’ın insana bir emanet olarak verdiği malın, ebedileştirilme ve ahiret hayatına taşınma işlemi olur. Bu uygulamanın Yüce Kitabımızdaki teşvik edici zemini ise: “Allah’a güzel bir borç vermek isteyen kimdir? Allah onu kat kat artırır. Rızkı azaltan da, arttıran da O’dur. Dönüş O’nadır.” (Hadid, 57/11) “Allah faizin (bereketini) yok eder. Sadakaları ise artırır.” (Bakara,2/276) “Ey iman edenler! Kendisinde hiçbir alış verişin, hiçbir dostluğun ve hiçbir şefaatin bulunmadığı bir gün gelmeden önce, size verdiğimiz rızıklardan Allah yolunda harcayın. Kâfirlere gelince, onlar yalnızca kendilerine zulüm etmektedirler.” (Bakara,2/254) Ayetlerdeki bu teşvik ve uyarıları dikkate alan Müslümanlar vakfettikleri şeylerde "Allah'a yaklaşmak ve O'nun rızasını kazanmak" gayesini esas almışlardır. Böylece bu amaç, vakfın sıhhat şartlarından birisi haline gelmiştir. Yaklaşık On beş asırdır Cenab-ı Hakk'ın: "Sevdiklerinizden infak etmedikçe hayra, sevaba erişemezsiniz" hitabı, mü'min vicdanları harekete geçirerek hayır keselerinin açık kalmasını sağlamış, kıyamete kadar da aynı inançlı gönüllerde yankı bulmaya devam edecektir. Diğer taraftan günümüzde bu infaklar, çoğu zaman bir vakfiyeye dönüşememiş olsa da faydalanılan ilim, ilmi eser ve müessese, kütüphane ya da burs verilerek yetiştirilmiş öğrenci olarak varlığını sürdürmekte ve sürdürecektir. Bütün bunlar şu hadisi şerifin içeriğine kulak verme çabasından başka bir şey değildir:"Bir insan ölünce üç iş hariç ameli kesilir: Sadaka-i cariye (bırakan), veya istifade edilen bir ilim (bırakan) veya kendine dua edecek salih evlat (bırakan)." (Müslim, Vasıyyet 14, (1631)